Galileo Galilei'den İsmail Beşikçi'ye: Bilimin Zorlu Yolculuğu

Galileo Galilei'nin bir fizikçi ve astronom olarak hayatında deney ve gözlemle geçirmediği bir günü bile olmamıştı. O evrenin keşfedilebileceğine olan inancını hiç kaybetmemişti. Hayatın her alanında kurumsallaşmış Katolik Kilisesinin koyduğu dini bir kural olan "dünya merkezli evren"görüşüne katılmıyordu. Bu görüşü yıllar süren araştırmalarla bezediği kitaplarla çürütüyor ve dönemine bilimsel bir devrim yaşatıyordu. 


Kurumsal Katolik Kilisesi "dini kurallara" uymadığı için dalalet ile suçladığı Galilei'yi kitaplarını inkara zorlamıştı. Galilei de bu devrimsel kanıtları bir söylentiye göre, engizisyon sırasında inkar etmişti. Galilei'nin mahkeme salonundan çıkarken "dönüyor işte!" dediği söylenir. 

Galilei yıllarca emek harcayıp ortaya koyduğu delilleri inkar etmekle kurtulacağını sandı, ama öyle olmadı. Ev hapsine mahkum edildi, fakat oradan kitaplar yazmaya ve teleskop teknolojisini geliştirmeye devam etti. Saturn'ün halkalarını ve Jüpiter'in uydusu Europa'yı icat ettiği teleskoplarla ilk defa o keşfetmişti.

O dönemde aslında "Güneş merkezli evren" veya "Güneşin etrafında dönen dünya" tezlerini dillendirenler yok değildi. Hatta engizisyon kayıtlarında idam edilen, şimdi adını hatırlamadığımız yiğitler vardır. Fakat Galileo Galilei döneminin bilimcileri arasında en popüler olanıydı ve bugün adını Google'da aratırsanız 37 milyon sonuçla karşılaşırsınız. 

17. yüzyılın kokuşmuş Avrupa'sında kanıt üzerine bilim üreten ve bu ürettiği bilimlerle Rönesansı başlatan Galilei bugün saygıyla yad ediliyor. O dönemde dünyanın güneşin etrafında döndüğüne neredeyse kimse inanmıyordu. Galilei'yi tüm kurumsal otoriteler şeytanlaştırıyor, onu kafir ilan ediyor ve acı içinde idam etmek istiyorlardı. Neredeyse herkes bu bilimsel bilgiye yüz çeviriyordu. Çünkü bu gerçeğe kapı araladıkları vakit tüm sistemleri domino etkisiyle yıkılacaktı. Katolik Kilisesi için "dünyanın evrenin merkezi" olması durumu hayat memat meselesiydi. Yoksa "tanrının oğlu İsa" bu dünyaya  cennetin krallığından iner miydi?

Galileo Galilei'den üç asır sonra genç bir sosyolog ilk tezlerinden birisiyle kendi halinde yaşayan Alikan aşiretini araştırıyordu. Genç İsmail Beşikçi aylarca beraber yaşadığı bu Kürt topluluklarının varlığını sorguluyordu. Dönemin resmi devlet görüşü "Türk'ten başka ulus yoktur" üzerinden şekillenirken o, farklı toplulukların var olduğunu ve gizlenmiş büyük sorunlarla yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla açık ediyordu.

Devleti darbe ile ele geçiren 12 Eylül cuntası daha önceki kurucu resmi ideolojiyi tbir adım ileri götürerek "Kürt" tanımının nereden geldiğini şöyle açıklıyordu:

“Dağların yükseklerinde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca karın yüzü, üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabakayla örtülürdü; üstü sert, altı yumuşak olurdu. Bu karın üstünde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeri çöker, ‘kırt-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere ‘Kürt’ denmesinin nedeni buydu. Bölücülerin ‘Kürt’ dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin, karda yürürken ayaklarından çıkan sesin adıydı aslında...”

İsmail Beşikçi o dönemde küfür sayılacak kitaplarında kanıtlarla buna karşı çıkıyordu. 

Şimdi ret, inkar, asimilasyon politikasının gereği olan bu resmi görüşe sesli gülüyoruz. Fakat hala bu görüşe inanan "düz dünyacılar" var. Onca bilimsel kanıta rağmen hala Kürtçe konuşan bir Kürt topluluğunun var olmadığını savunanlar var. Kürdün ve Kürtçenin var olduğunu ve Türklerle eşit hale gelmeleri gerektiğini savunanları Silivri'nin soğuk betonlarına hapsetmek isteyenler var. Kürdün varlığına inansalar da Türklerin ve Kürtlerin eşit olması gerektiğini savunmaktan korkanlar da var. Kendilerinin yılmadan beslediği bir bölünme korkusudur almış başını gidiyor. 

Kürt toplumunun, halkının ve daha sonra ulusunun varlığını asla ama asla kabul etmeyen resmi ideolojinin radarına takılan İsmail Beşikçi kitaplarında yazdığı bilimsel gerçekler sebebiyle Gelilei gibi ahlaksızca yargılandı ve hapsedildi. Beşikçi'nin yazdıkları Türkiye'de  bir ilkti. İlk defa bir bilim insanı farklı toplulukların varlığını kanıtlıyordu.

Hapiste çürümeye veya yazdıklarını inkara zorlanan İsmail Beşikçi kitaplarını asla inkar etmedi. "Bilimsel olarak bir Kürt toplumu vardır" şeklinde özetlenebilecek kitapları sosyal bilimlerde bir devrimdi. Zamanında onyıllar boyunca yasaklanan ve toplatılan kitapları bugün azımsanmayacak sayıda satmaktadır. Kendisine Boğaziçi Üniversitesinden fahri doktora unvanı dahi verilmiştir.

Varılan Kanı:

Galileo Galilei dönemin kurumsal Katolik Kilisesine kanıtlarla karşı gelmişti. Katolik Kilisesi "dünya merkezli evren" derken o, "güneş merkezli evren" diyor ve dünyanın güneşin etrafında döndüğünü haykırıyordu. Bunun üzerine dalalet suçu nedeniyle idamla yargılandı ve yıllarca ev hapsinde yattı.

İsmail Beşikçi ise dönemin kurucu resmi ideolojisine kanıtlarla karşı gelmişti. Kurumsal resmi ideoloji "Kürt yoktur, kart-kurt" derken o, "Kürt vardır!" diyor ve Kürt toplumunun Türk toplumuyla eşit hale gelmesi gerektiğini haykırıyordu. Bunun üzerine bölücülük suçu nedeniyle yargılandı ve 17 yıl hapis yattı.

Bu iki bilimciyi aynı kefeye koyuyorum çünkü gerçek bilimi ayıramazsınız. Motivasyonları da kaderleri de aynı... İki bilim insanı da bilimin namusunu korudular ve bize anlamlı bir dünya bıraktılar.

Herkesin "dünya merkezdir, herşey onun etrafında döner" dediği bir ortamda "dünya merkez değildir, güneşin etrafında döner" demek ile herkesin "Kürt yoktur, herkes Türktür" dediği bir ortamda "Kürt vardır ve eşit haklara sahip olmalıdır" demek aynı şeydir.

Ne mutlu bilimin namusunu koruyanlara... 

'80'li yıllardan günümüze Kürt sorunu ve anadilde eğitim konulu tüm televizyon görüntülerini derlediğim şu videoya göz atmak isteyebilirsiniz. Videoyu sonuna kadar izlemeniz dileğiyle...


Yorum Gönder

0 Yorumlar