Asgari ücret varsa, azami ücret de olmalı!

İşte bir ikilemle daha karşı karşıyayız. Asgari ücret rakamını dört gözle bekleyen milyonlar bir tarafa, insanları asgari ücretle çalıştırıp milyonlar kazanan zenginler bir tarafa... Bu yazıda yoksul için asgari ücret var da neden zengin için azami ücret yok? sorusunu soruyorum.

Bu illüstrasyonu buradaki  Ashley Dejean'ın yazısından aldım.






















Firavun'un bir kase buğday vermesi gibi işçilere çok düşük maaş verilmesini engellemek için asgari ücret gündeme gelmiş ve yasalaşmıştı. "Şu rakamın altında ücret veremezsin" dedikçe tüm işverenler tam da o rakamı maaş olarak verdiler. Ne bir lira aşağı ne bir lira yukarı...

Devletin denetim ve yaptırım gücünün günümüzde işverenlerin ensesinde soluduğu ülkelerin kölelik zamanlarından kalma bir kararıydı bu asgari ücret. Yaşanan acılar sonucu oluşan isyan hareketleri devletleri bir nebze olsun çalışan lehine karar almaya zorladı. 

Eskiden çalışanlar öyle sefil bir biçimde yaşıyordu ki artık dayanılmaz seviyeye gelmişti. Halk hareketleri, makine kırıcılık ve bazı öncüler vesilesiyle azami çalışma saati yanında bir asgari ücret belirlenmesi ve bu asgari ücretin altında maaş verilmemesi kararlaştırıldı. Ne iş yapılırsa yapılsın en az (asgari "en az" demektir) çalışanın ve ailesinin aç kalmadan, güneşin altında yanmadan, soğukta titremeden yaşayabileceği bir rakam belirlendi. 

Zaman içindeki ekonomik dalgalanma, krizler, zenginlerin açgözlülüğü ve devletin zenginlerin tarafını tutması neticesinde ülkemizde oluşan enflasyonla beraber asgari ücret açlık sınırı altına çekildi. 2019 yılı asgari ücret 2020 TL, mayıs ayı açlık sınırı 2.124 TL, yoksulluk sınırı 6.918 TL

Çoğu ülkede asgari ücret kavramı kabul görmüş durumda. "Bir çalışan şu rakamın altında ücret alamaz" deniyor. Özellikle saatlik ve günlük çalışmalarda da bu asgari ücret rakamına itibar ediliyor. Bu ülkelerde bir saat bile çalışsanız size verilecek asgari ücret az da olsa bellidir.  Bu itibarla şu yazıyı inceleyebilirsiniz.

Asgari ücret kavramı zaman içerisinde işverenler tarafından suistimale uğratılınca insanların önemli bir bölümü kayıt dışı çalışarak bari SGK ve GSS piriminden kurtulmuş olurum diye düşündü. Diğer bir kayıtdışı çalışan grup da işverenin primini yatırmamak için kaydettirmediği, dolayısıyla güvencesiz çalışan dışlanmışlar, mülteciler gibi topluluklardı. Ülkemizde kayıt dışı oldukları için bilinmeyen fakat her yerde çalışan grup bunlardır. Bir inşaatın yanından geçtiğinizde, restoranların bulaşıkhanesine girdiğinizde, çöplerin kenarından yürüdüğünüzde hep onların sesini duyarsınız. Bunlar karın tokluğuna bile, yani asgari ücrete bile çalışamamaktadırlar. 


Hal böyleyken asgari ücrete aslında tam uyulmuyor, buna uymayan işverenlere ceza kesilmiyor; dolayısıyla devlet denetim ve bu denetim neticesinde uygulayabileceği yaptırım gücünü uygulamıyor. Bu da çok büyük bir sorun olan devlete ve içinde yaşadığımız memlekete karşı toplumsal aidiyet hissini ortadan kaldırıyor. 

İnsan yaşadığı yere ait hissetmezse o yere bir ağaç bile dikmez. 

Doğduğundan beri hakkı yenen insan, yıllarca bazı haftasonları dahil olmakla birlikte 10-12 saat işe koşulmasının ceremesini sağlığını kaybederek, ailesiyle gerektiği gibi zamanını kullanamayarak, arkadaş ortamıyla sosyalleşemeyerek çekerken hayattan da çekilmeye başlıyor. Belli bir yaşa gelmiş her çalışan zihnen ölmüş bir zombiye dönüyor. Olur da tam anlamıyla ölmeyip emekli olduğunda ise ne yapacağını bilemez hale geliyor. 

Bir tarafta yoksulluktan beli bükülmüş fukaralar, 
diğer tarafta zenginlikten karnı şişmiş ukalalar.

Asgari ücretin belirlendiği zamanları çok geçtik. Avrupa'da asgari ücret çoktan açlık sınırı üstüne çekildi ve zengin için azami ücret belirlendi bile. Bu rakam zengin ile yoksul uçurumunu kapatmaz belki ama bu uçurumun derinleşmesini önleyebilir. 

Burada şunu belirtmek gerek: Bir insanın özel mülkiyetinden dolayı elde ettiği karın sınırlandırılmasını şimdilik azami ücret kavramına dahil etmemek gerek. Onun adı vergi veya varlık vergisi olacağı için başka zamana bırakılmalı.

Bir toplumda zenginlik ile yoksulluk arasındaki fark ne kadar açılmışsa, aynı oranda suç oranları artmaya başlar. "biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" sözü de aslında bu durumu çok iyi anlatmaktadır. 

Madem zengin ile yoksul arasındaki farkı azaltamıyorsunuz, o  zaman farkı bir müddet için sabitleyin ve zamanla bu iki tarafın da sınırlandırılmış ücret aralığını daraltın. Her geçen dakika bu uçurum büyüyorsa, her geçen saniye işçi daha da yoksullaşıyor, onları köle gibi çalıştıranlar daha da zenginleşiyorsa, devletin, yargının artık bir anlamı kalmıyor demektir. 

ABD'de ise yapılan bu internet tartışmasında %66 oranında azami ücret desteklendi. 

Bu arada azami ücret kavramının tek başına uygulanmaması, oldu bittiye getirilmemesi gerekir. Bu uygulama varlıktan ve kardan vergilerle taçlandırmalı ve aliyülalada maaş alanların tavan maaşlarını daha sonra sınırlandırmalı. Gelir adaleti sağlanmak isteniyorsa elbette gidilecek yol budur. Benim burada yaptığım üstü tozla kaplanmış dosyaları açmak sadece.

Aslında ülkemizde bir azami ücret var. SGK sisteminde en yüksek, yani azami maaş primi sınırı var. Bu sınır bağlayıcı değil tabii ki . Fakat emekli maaşı için en fazla bu brüt 19.188 TL rakamı üst sınır olarak koyulmuş. Bakın hiç yok değilmiş. Cumhurbaşkanı brüt 75 bin TL alıyor ama. O da ayrı bir konu.

Çoğu Avrupa ülkesinde azami ücret kavramı yıllardır uygulanıyor zaten. Bu ücretler arası denge için en elzem kararlardan biri olacaktır. İşe önce makul bir azami ücret belirleyerek başlamalı ve ardından da ne asgari ücretin ne de azami ücretin olduğu herkesin hiçbir sınır koyulmadan ihtiyacını karşılayabildiği bir çağa girilmeli. Bu elbette bir ütopyadır. 

Eduardo Galeano: Ütopya ufuk çizgisi gibidir. Ona doğru iki adım atarım, o da iki adım uzaklaşır benden. 10 adım atarım, bu sefer 10 adım uzaklaşır. Ufuk çizgisine erişilemez. O hâlde, ne işe yarar bu ütopya dedikleri şey? José Saramago: Uzun uzun yürümeye, dostum...

Herkesin tüm ihtiyaçlarını rahatlıkla karşıladığı, makinelerin üretimin çok büyük bölümünü karşıladığı bir çağda insanların uşak gibi, köle gibi çalışmasının pek de bir anlamı kalmayacak aslında. Mutlak otomasyonun, çoğu ekonomistçe desteklenen istihdam oranını düşüreceğine yönelik görüş de bana göre yanlıştır. Mutlak otomasyon, insanların artık fiziksel olarak çalışmasına gerek duyulmayan bir çağın vesilesi olacaktır. Şimdiki zenginlerin uşaklığını yapan ekonomistlerin bu söylemlerine kulak asmayın. Robotlar onların işini alacak diye korkuyorlar. Hepsi bu. 

Bir yerde duyduğum bu güzel sözle bitiyorum yazımı:
Robotlar araba üretebilir ama satın alamazlar.

Yorum Gönder

0 Yorumlar