Saygı ve Kölelik

Çocuğun büyüklere, cemaatin imama, müridin şeyhe, öğrencinin öğretmene, gencin yaşlıya, çırağın ustaya, işçinin patrona ve vatandaşın yöneticiye saygı duyması beklenir. Bu, kölenin efendisine göstermesi gereken saygıdan başka bir şey değildir.



Etimolojik olarak çok eski tarihlere giden "saygı" kelimesinin tam anlamıyla nasıl evrimleştiği konusunda ihtilaflar var. Elbette ben bir yorum yapmadan duramazdım. 

Saymak temelde bir şeyleri saymak, bir şeyin miktarını ölçmek veya ağırlığını tartmak anlamına geliyordu. Saymak kelimesinin "düşünmek" olarak kullanıldığı zamanlar da olmuştu. Bu itibarla "sayıp, tartıp düşünmek" anlamına geliyordu. 

Daha sonra egemenliğe gelen ve halk üzerinde toprağı ve malıyla hegemonya kuran ağalara yönelik bir kavram haline geldi. Çok daha sonra da büyük imparatorlukların yöneticilerine ve onların çevresindeki ruhbanlara aftedilen bir ifade oldu. Saygı kavramı bu itibarla zengin, güçlü kişinin malını, mülkünü düşünerek ayağını denk almak, ona karşı edepsizlik yapmamak demekti. 

Türk Dil Kurumu'nun saygı kavramına verdiği ilk anlam şöyle: 
isim-Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram

Toplumsal gelişmişlikle beraber geçmişte güçlünün önünde ayağını denk alma anlamı taşıyan bu kavram, herhangi birini rahatsız etmeme duygusu anlamına da evrildi. Hala ilk anlamını hayatta tutmaya çalışan, ezilenlerden saygı bekleyen efendiler yok mu? 

En az eskisi kadar var!

Onlar kendilerinin yaşça, makamca, ünvanca, kademece ve sınıfça düşük olanlarından bu saygıyı beklerler. Bunu bekleyenler saygı kavramının köle ve efendisi arasında olagelen bir kavram olduğunu bilmezler bile. "Ne var canım bunda, bir küçük saygı istemişim, çok mu?" derler. Çocuklara "saygı mı sevgi mi?" diye ikilemde bırakan münazara ödevleri hala veriliyor. Ve genelde daha "mantıklı" gelen TDK'nın birinci anlamındaki saygı kavramında karar kılınıyor. Çünkü sevgi insanı "yanıltır, kandırabilir, iyi niyetin esiri edebilir, ama saygı asla..."


"Saygı kişinin başının dik olmasını, onun diğer aşağı kimselere karşı direnmesini sağlar." 


Ben şahsen saygı kavramının bu rezil anlamını değil, ikinci anlamını tercih ederim:

 isim-Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.

Saygıyı malı, mülkü ölçüp ayağımızı denk almak için değil, kişisel özgürlük alanını ölçüp, tartıp, sayıp o kimseyi rahatsız etmemek, o kişinin güvenli özel alanına müdahale etmemek olarak anlıyorum. Yoksa ülkemizde birincil anlamıyla yaygın kullanılan saygı kavramı efendilerin ve kölelerin konumunu meşrulaştırıyor. 

Halbuki insan özgür olmalı, iradesini özgürce ama başkasını incitmeden kullanmalı değil midir? 

Birinci anlamıyla saygı içselleştirildiği zaman zihnen kölelik de içselleştirilmeye başlanır. Mal, mülk, yaş gibi "sayılabilecek" değerlerin çokluğu kişiyi "saymaya" neden oluyorsa en büyük toplumsal sorun olan kölelik hastalığı artık bulaşmış demektir. Halbuki saygı kavramı, kim olursa olsun herkesin eşit olmasından yola çıkarak herkesin özgürlüğüne ve iradesine müdahale etmekten çekinmek olarak algılanmalıdır. Burada sayılan şey kişinin özgürlük alanıdır.

Bacak bacak üstüne atmak, küçük küfürler etmek, şakalar yapmak, çocuksu alaylar geçmek gibi küçük davranışlar saygının bağımlısı olmuş efendiler tarafından dini bir küfürmüş gibi düşünülür. Sanki affedilmeyecek bir günah işlenmiştir ve cehennem kapıları bu "saygısızlığı" yapan için ardına kadar açılmıştır. Hırsızlık, yolsuzluk, tecavüz, iftira ve cinayet gibi büyük, başkasının özgürlüğünü ve iradesini yok eden bu devasa suçlar, saygı bekleyenlerin zihninde karşılarında bacak bacak üstüne atmak kadar önemli değildir.

"Bunlar affedilebilir ama "saygısızlık" asla!" diyorsanız, köleliği içselleştirmişsiniz demektir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar