TARİKATLARIN YAŞAMA HAKKI VAR MI?

Her bir yanı cemaatlerle bezeli Anadolu'da ulus devlet kurulup şeyhlere ve müritlerine yönelik baskı artınca tüm bu tarikatlar yeraltına kaydı. Varlığı fiilen bir hakikat olan tarikatlar, devlet nezdinde yok hükmündeler. Peki fillen var olan bu tarikatların yaşamaya hakları var mı? Yoksa, mümkünse yok edilmeleri mi gerekir? 

İnsan onurunu ayaklar altına alan zihinsel kölelik kurumunun bir tezahürüdür tarikatlar. Binyıllar önce iyi niyetlerlerle sivil toplum örgütleri gibi kurulmuş olsalar da kendisini Allah'ın yerine koyan ve müritlerini de kendisinin itaatkar kulları olarak aşağılayan oluşumlardandır.

Toplumun eksikliklerinin kapatılması için kurulan örgütler zaman içerisinde kendilerini vazgeçilmez olarak gören liderler tarafından ele geçirildikten sonra "tarikatlaşarak" kuruluş gayesinden uzaklaşmaya başlarlar. Liderleri bu kadar güçlü ve sorgulanamaz yapanlar ise elbette müritlerdir. 

Sadece bu dini kılıflı tarikatlardan söz etmek aslında bir yanılsama olurdu. Çünkü ülkemizde neredeyse tüm örgütler, devletin kendisi dahi tarikatlara benzemektedir, onlar gibi yönetilmektedir. Lider asla sorgulanamaz, "lider giderse beka sorunları baş gösterir" korkusu zihinlere sirayet eder.

Lider örgütü yoktan var etmemiştir ki onun koltuktan kalkması yok etsin. Örgütü yok edecek olan şey, üyelerin ahlakıdır. Bu ahlak ki yönetimi de şekillendirir.

Tarikat olarak adlandırılan oluşumlara fiilen üye olanların nüfusa oranı araştırmalara göre %10'lar seviyesindedir. Bu da 7-8 milyon mürit demektir. Milyonlarca kişinin geleceği 15 Temmuz darbesinden sonra daha da tartışılır oldu. Onları yok etmek, devlet "tarikatına" mürit yapmak isteyenler çoğalmaya başladı. Fakat herkesin gözünden kaçırdığı bir şey vardı: 

Türkiye'de resmen tarikat yok!


Ulus-devlet olan ülkemizde farklılıkları tanımak yerine farklılıkların varlığını yok hükmünde saymak gibi saçma sapan bir çözüm yolu üzerinde duruluyor yıllardır. Bu aptalca inancın ve davranışın simgesini yanlış bir şey yaptığında gözlerini kapatan çocukla bağdaştırabiliriz. O çocuk gözlerini kapatınca görülmediğini zanneder. Fakat gözleri hariç her yeri görülür.

Muhalif bir tehdit olarak görülen tarikatları düşman ceza hukuku uyarınca (ki yazılı değildir) terör örgütü ilan ederek şeytanlaştırmak da devletin en esas davranışlarından biridir. Yaşam hakkını elinde tutmak isteyen tarikatlar devletle iyi geçinmek veya gizlenmek zorundadırlar.

Her ne kadar tarikatları en sert şekilde eleştirsem de onların inançlarıyla yaşama hakkını ölümüne savunuyorum. Bunu onların inandığım doğru yola çekebilmek ve dostluğumu göstermek için yapıyorum. Yoksa dışlanmış olanın iyice kabuğuna ve yeraltına çekileceğini bilip de bunda ısrar etmek zulüm olurdu. 

Bir varlığa yokmuş gibi davranmak onu çılgınlaştırır, onun varlığının tanınmaması onu yer bitirir. İşte dananın kuyruğu tam olarak burada kopar. 

İnsan aklını değersiz gören müritler dışlandıkça şeyhlerine daha da bağlanırlar. Sorgulanamazlığı biraz daha artar böylece. Bunun önüne geçmek ve insan aklının değerini müritlere öğretmek için özgürleştirme ve resmileştirme hareketlerini düşünmeliyiz.

Tarikatların onları benzettiğim diğer örgütler gibi resmi olarak tanınıp özgürleşmeleri gerekir. Dışlanmamaları, sosyal hayatta içselleştirilmeleri gerekir. Böylece kamusal anlamda denetlenebilir, öngörülebilir olurlar. Yoksa yeraltında kin ve nefretle dolarak insan sevgisini unuturlar.

Bir örgüt aynı insan gibi başkasının özgürlüğüne müdahale ettiği an hukuk ve yargı müdahale alanına girmeli elbette. 

Ama zulme HAYIR!

Varılan Kanı:

Tarikatların yok edilmesinin hiçbir yolu yoktur; zaten bu zulümdür. Yapılabilecek olan tek şey onlara yaşam hakkını tanımaktır. Birini, diğerini kayırmadan yapılacak olan resmileştirme ve özgürleştirme hareketleriyle denetlenebilir olan tarikatlar diğer örgütlere benzeyecek ve var olmanın hafifliğini doyasıya yaşayacaklardır. 

İçlerinde biriken kin ve nefret duygusu biraz olsun azalan tarikatların aklı değersiz gören müritleri de zaman içerisinde "şeyhe mi, Allah'a mı kulluk etmeli?" sorusunu sorgulamaya başlayacaklardır. 

Dışlayarak, ötekileştirerek yapılan her baskı bu müritleri şeyhlerine yapıştırırken "tarikat sorununu" asla çözemeyiz. 

Dilleri kültürleri, kimlikleri tanınmadan Kürt sorunun çözülemeyeceği gibi, 

İnançları, yaşam biçimleri ve ibadethaneleri tanınmadan Alevi sorununun çözülemeyeceği gibi...

Var olanın varlığının tanınmasına ihtiyacı vardır.



Yorum Gönder

0 Yorumlar