"ANDIMIZ" HAKKINDA BİR DÜŞÜNCE ÇALIŞMASI

Üye işçi ve memurların haklarını korumak için kurulmuş olan Türk Eğitim Sen'in açtığı davada Danıştay, 2013'de "öğrenci andı" yönetmelini iptal eden yönetmeliğin iptalini istedi. Yani "andımız" olarak bilinen "öğrenci andının iptalinin" "hukuksuz" olduğuna hükmetmiş oldu. Bu kararla birlikte millyetçiler ve Atatürkçüler "andımız"ın tekrar okullarda okutulmasını talep ediyorlar. Ben de kimsenin kalbini kırmadan bu "andımız" meselesini irdelemeye çalışacağım.

Ulus devletlerde çok sık bir biçimde gördüğümüz bu "öğrenci andı" meselesi, resmi ideolojilerin yeni nesillerin zihnine kazınması amacıyla yürütülen bir zorlama olarak karşımıza çıkıyor. Yeni doğan ve okuma yaşına gelen her birey 2013 yılından önce her gün ders başlamadan bu "yemini" topluca ederdi. 

Cumhuriyet ve darbeler döneminde eğitim kurumunun üniter(tek merkezli) devletin bir tezahürü olarak halihazırdaki farklılıkları görmezden gelmesi gerekiyordu. Örneğin "Kürt" diye bir etnik unsur yoktu. Bu noktada İsmail Beşikçi'nin çalışmaları incelenebilir. Aynı zamanda memleketlim olarak Beşikçi Türkiye sosyoloji tarihine altın harflerle kazınmasa da, zihinlerde baş tacıdır. Şahsen ben kişisel görüşlerinin bazısına katılmasam da İsmail Beşikçi'nin "Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Programı(1931) ve Kürt Sorunu" adlı araştırma/inceleme kitabı Sosyoloji'ye bakış açımı değiştirmiştir. Kitapta parti programındaki Kürtlerin yok sayılmasından tutun, Kürtlerin Türkleri asimile etme gücünün olduğuna kadar var olan tüm hakim görüşleri ve komik çıkarımları açıklıyor. Zorla yemin ettirme ve asimilasyoncu milliyetçilik konulu İsmail Beşikçi'nin mahkemedeki şu savunmasını dinlemenizi öneririm.
Bu arada yukarıda videosunu izlediğiniz İsmail Beşikçi Sosyolojik olarak bir Kürt ulusunun var olduğunu kanıtladığı kitaplarda ve dergilerde geçen sözleri neticesinde toplam 17 yıla yakın bir süre hapsedilmiştir. 

Çözüm süreci döneminde her şeyin güzel gittiğini zannettiğimiz, "herhalde bu sefer barış gelecek" dediğimiz zamanlarda "Andımız" bir yönetmelikle iptal edilmişti. Bunun Kürtler üzerindeki asimiyasyon baskısını bir nebze engelleyeceğine inanılıyordu. Bence öyle de oldu. Çünkü çocuk yaşlarda maruz kalınan yasaklamalar ve zorlamalar ilerde ters etki yaratabilirdi-ki zaten kırk yıldır bunu yaşamıyor muyuz?

Herkes kendisini bir etnisite, mezhebi/dini, inanç ve yaşam tarzı kavramlarıyla kimliklendirir. Tabii olan da budur zaten. Ancak bu farklılıklar görmezden gelindikçe ve büyük küçüğü ezmeye başladıkça iş epey bir değişir. Zaten buna da zulüm diyoruz. 

Seçmediğimiz, kazanılmasında hiçbir dahlimizin olmadığı, zerre miskal emek harcamadığımız kimliklerimizi zorla çocuklara ezberletmeye, onların zihinlerine kazımaya çalışmak zulümdür. Oysaki, seçimlerimizden, söylediklerimizden ve davranışlarımızdan sorumlu olduğumuz bilinciyle, iyiyi ve güzeli öğretmek, tanıtmak gerekmez midir?

Zorla din eğitimi vermek de, zorla Türk olduğunu ve varlığının Türk varlığına armağan olduğunu söyletmek de zulümdür.





Atatürk'ün hitabetiyle de özdeşleşen "Ne mutlu Türküm diyene" sözü de bu anlamda sorunludur. Bunu söyleyince; "İşte burada etnik bir Türk'den bahsetmiyor, burada kapsayıcı bir "Vatandaş Türk"den bahsediyor" gibi komik tanımlamaların da ardı arkası kesilmiyor. "Atatürk Milliyetçiliği"nin diğer milliyetçiliklerden farkı, farklılıkları görmezden gelip herkese "Türk" demesidir. Bu zamanında savaştan çıkmış bir yurdun ivedi bir biçimde barış haline geçip, ekonomik anlamda kalkınması için gerekli görülebilir. Ancak şu anda böyle bir çözüm yolu oldukça gerici ve yetersizdir. 

Faşizmin geçmişteki motivasyon kaynaklarından birisi de "yemin" mekanizmasıdır.  Yemin eden kişinin o yeminin gereklerini yerine getirerek yaşayacağına olan inançtan dolayı bu ant içme mekanizması yaygındı. TBMM'deki milletvekili yeminleri de buna oldukça benzemektedir. Resmi ideoloji bu yöntem ile yemin eden kişinin ensesinde soluma hakkını elinde tutar. Yemininde durmayan kişiye "Sen şu,şu,şu ilkelere uyacağına dair yemin etmiştin" denebilir, her ne kadar biz pek rast gelmesiysek de.

İlköğretim yaşı 5'e kadar düştü. Resmi ideoloji fırsatını bulsa ana karnındaki çocuğu direk ele geçirmeye ve yetiştirmeye çalışır. Bu onun hayatta kalma stratejilerinden birisidir. Ancak doğu illerinde bu yöntem ters tepmektedir. Kırk yıla yakın süredir bir çatışma ortamı alıyor başını gidiyor. Kürtlerin kültürü yok sayılıyor, dilleri görmezden geliniyor. Bu anlamda "andımız"ın kaldırılması farklı kültürlerin hayatta kalması açısından bir cansuyu oluyor kanımca.

Danıştay kararıyla yüzyıllık meseleleri yeniden geviş getirip duruyoruz. Danıştay burada "hukuki" anlamda, Anayasaya ve yasalara uygunluk bakımından doğru mu yanlış mı karar verdi bilmem, ama andımız tekrar gelecek mi? bunu yakında öğreneceğiz. çok defalar duyduğum şu sözü söylemek durumunda kalıyorum maalesef:  ünkü burası Türkiye."

Türk Eğitim Sen üyelerinin haklarını patronlara ve devlete karşı korumakla görevli bir sendikadır. Zaten sendikaların kuruluş amacı da tam olarak budur. Milliyetçi vatanseverler- sanki diğerleri değilmiş gibi MHP'nin ve İyi Parti'nin destekçileri bu sendikayı mesken tutmuş durumdadırlar.  Doğal olarak bizim bu sendikamız kendisini milliyetiçiliğin savunucusu olarak görerek Danıştaya böyle bir talepte bulunmuş ve Danıştay da bunu onaylamış. İşte başarı değil mi? 

Ülkemizde sendikacılığın düştüğü bu durum görüldüğü gibi tam olarak rezalettir. Gerçekten de işçinin, yoksulun hakkını örgütlü bir biçimde korusun diye kurulan sendikalar, siyasi partilerin tali başkanlıkları gibi davranmaktadırlar. Ülkemizde sendikacılık gerçek anlamda güçlü olsaydı, yani siyasi partiler bu sendikal ferasetleri alt üst etmeseydi, refahın tavandan tabana yayıldığı bir ülkede yaşayabilirdik.

Danıştay'ın verdiği kararlar bağlayıcıdır. Hükümet bu güncel olayda karara uymalı ve andımız hakkındaki yönetmeliğin iptalini kabul etmeliydi. Eğer yine de benim gibi düşünüyorlardıysalar, tekrar, daha anlamlı gerekçelerle Andımız'ı kaldırır ve bir 5 yıl daha rahat ederlerdi.(ek) 

Andımız meselesi hiçbir ülkede olmadığı kadar ülkemizde sorun edilmiştir. Danıştay'ın verdiği bu kadar olmasa "andımız"ın kaldırıldığından bihaber kalabalıklar, bu karar ardından savaş tamtamlarını çalmaya başladılar. Bu dönemde Erdoğan AKP'sinin "andımız" kararına olan tepkilerini değil, kendi zihinlerimizde yeşeren düşünceleri esas almalıyız. AKP'liler şunu dedi, MHP'liler bunu dedi değil; yalnızca kendimiz kararlar vermeliyiz, düşünmeliyiz. 

Atatürk'ün söylemediği bilinmesine rağmen ona atfedilen "benim sözlerim bilimle çelişirse, bilimi seçin" sözü aslında her şeyi anlatıyor. Keşke Atatürk böyle bir söz söylemiş olsaydı da şu yaşadığımız rezillikleri, kepazelikleri yaşamamış olsaydık. Ama bir dakika, öyle bir söz söylemiş olsa da bizim bu modern milliyetçiler buna uyacak mı ki? Bakalım buna ne  diyorsunuz?:

“Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız çağda gelişmesini idrak etmek ve ilerlemesini zamanında izlemek şarttır”
M.K. Atatürk- Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü Halkla İlişkiler Dairesi- Atatürk Sözleri/Syf-70

Aslına bakılırsa bu kitlelerin derdi Atatürk falan da değil kanımca. Bilim falan da olamaz elbette. Bunlar yaptıklarının ve söylediklerinin arkasında da durmazlar. "Ne o rahatsız mı oldun Türk demekten?" gibi ipe sapa gelmez tepkilerle karşılaşmaktan artık bıktım. 

Son kez söylüyorum. Hakikat zorla öğretilemez, eğitim yoluyla zihinlere kazınamaz. Eğer hakikate inandığınızı düşüyor ve çocuklarınızın da bu hakikate inanmasını istiyorsanız, çocuğunuzu serbest bırakın, önündeki çalı çırpıyı, engeli kaldırın yeter. O çocuk kendi kendine hakikate ulaşacaktır. Çünkü hakikat gizli değildir; açıktır, apaçık...