ERDOĞAN YİNE Mİ DÖNECEK?

15 yıldır ülkemizi yöneten Erdoğan'ın siyasi dönüşlerini takip etmek artık zorlaşıyor. Erdoğan'ın yandaşları bile onun ne diyeceğini beklemeden yaptıkları yorumlarda şapa oturuyorlar. Milliyetçi sloganların, davranışların ve savaşların oldukça tuzlu olduğunu gören Erdoğan, yakın zaman içerisinde Avrupa Birliği çizgisine girmeyi ve tasarruflu bir döneme geçmeyi deneyebilir. Peki bu bizi şaşırtır mı? Elbette Hayır!

Yıllardan beri ülkemizde hiçbir insan evladı bu kadar güçlü olmamıştı. 2014'ten beri Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, neredeyse Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kadar yetkiye sahip. Asker, polis tüm birimleriyle onun emrinde. Medya dilini çıkarmış vaziyette O'ndan kemik bekliyor. Yargı onun hoşuna gitmeyecek kararlar vermekten "Allah'a sığınıyor". Belediye başkanları ve bol maaşlı koltuklara atanmış akrabalar, saygılarını her gün sunmak durumundalar yoksa, anında görevden alınabilirler.

Uluhiyet kavramını iyice araştırmış bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim: Erdoğan Türkiye'de bir yarı-tanrı konumuna yükseltilmiş bir liderdir. İnsanlar ona tapmaktadır. O'na yalvarmakta, O'ndan istemekte, dualarında O'nu aracı etmektedirler.
Kurtarıcı bekleme hastalığının bir tezahürü olarak, kapıdan giren ilk hitabeti güzel olana sarılma sendromu da diyebiliriz buna. Maalesef durum bu şekilde içler acısıdır.

Saygın herhangi bir fikrin savunucusu olmayan Erdoğan'ı az çok tanıyanlar onun anında dönme, dönüşme ve değişme becerisine hayran kalmaktadırlar. Dün kendi dediğini bugün diyenleri hain ilan edebilmektedir; ve bunda hiçbir beis görmemektedir. 

Şimdi gelelim asıl konumuza. 2 küsür senedir süregelen milliyetçi sloganlar, vatansever davranışlar ve benimsenen saldırgan tutum ülkenin hazinesi için pahalıya mâl oldu. Elde avuçta kayda değer para kalmadı. Silah ve savunma giderlerinde rekora koşan Türkiye, Fırat Kalkanı ve Afrin Harekatı yaparak oldukça savruk bir politika izledi. Suriye'de doğrudan ve aktif bir şekilde taraf tutarak belki de destekçilerinin yenilmesine sebep oldu. Suriyeli Muhalifler olarak adlandırılan ÖSO(Özgür Suriye Ordusu) sadece ve sadece İdlib şehrinde hakimiyetini muhafaza ediyor. Halbuki bir kaç yıl önce Şam'a kadar deniz sınırı, limanlar, havalanları ve stratejik noktalar onları elindeydi. Türkiye ÖSO'nun tarafını tuttukça ÖSO'nun uluslararası destekçileri ellerini eteklerini çektiler. Böylece 7 yıllık mücadele sonucunda elde avuçta pek bir şey kalmadı.

Türkiye'de "mutlak" güç sahibi Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi ile "ittifak" yaptı ve dolayısıyla milli görüş gömleğini çıkarıp liberal gömleği giydikten sonra tekrar çıkararak, milliyetçi/vatansever/savaşçı gömleği giymiş oldu. Savaş dönemlerinde neredeyse tüm özgürlükleri kısıtlama hakkını ve yetkisini doyasıya kullanan Erdoğan ve bürokrasi zaferi yeniden ilan ediyordu. Kızıl Elma gibi ırkçı ve işgalci hedefler güdülüyordu. 

Zaman içerisinde bu azgın milliyetçiliğin bir tezahürü olarak Türk medyası, Erdoğan'ı devletin kurumsal kimliğiyle eşitleyerek, "her kim Erdoğan'ı eleştirir, devleti eleştirmiş olur" düsturuyla hareket etmeye başladı. Aslında bu lafın bir benzerini Ali'ye karşı savaş verirken kalabalıklara hitap eden Muaviye de mealen şu şekilde söylemişti: 

"Her kim benim hilafetime karşı çıkar, Allah'ın kaderine karşı çıkmış olur."


Şimdi bu saldırganlıklar sonucu hazine iyice boşaldı. Dış politikada istenmeyen, dışlanan bir konuma sürüklenen Türkiye'nin para birimi Türk Lirası bir anda %60'lara varan oranlarda değer kaybetti. %30'a yakın devlet bütçe büyümesi görülüyor. Enflasyon %25-30 bandına ilerliyor. Kredi faizleri %35'lere dayandı. 

Bu tablonun en büyük müsebbibi hedef şaşırtmaya çalışan ve ayağını yorganına göre uzatmayan Erdoğan ve "milliyetçi/vatansever" destekçileridir. Zaten 2 yıl süren aktif savaşın ülkemize maliyeti konusunda araştırma yapabilecek babayiğit bir araştırmacı bulunmamaktadır ülkede. Olsa bile ayağının kaydırılması an meselesi olurdu. 

"Vatanseverlik" denince kendilerini bu şekilde tanımlayanları kastediyorum elbette. Yoksa vatanı sevmek, savaş çığırtkanlığı yapmak veya kamu malına el uzatmak veya lider yanlış bir şey yaparsa görmezden gelmek değildir. Vatan sevmek, yaşanılan yurtta adaleti ve dolayısıyla eşitliği hakim kılmaya çalışmak demektir. 

Kanımca Erdoğan, sorgulanamaz konumunun verdiği yetkilere dayanarak yeni bir dönüşme stratejisi gütmek zorunda kalacaktır. Paranın suyunu çektiği bir ortamda hala milliyetçi söylemlerde bulunmamalı, saldırganlıkların önüne geçmeyi bilmelisiniz. Silah ithalatlarına erteleme kararı vermeli, devasa binaların inşaatını geciktirebilmelisiniz. Yoksa, toplumun da elbet bir sınırı vardır.

Milliyetçilerin ağzının açık kalacağı bazı konuşmaları yapan Erdoğan bu günlerde bazı hassas noktalara değinerek tansiyon ve nabız kontrolü yapmaktadır ve şunu iyi bilmektedir: Türkiye kamuoyu artık, liderini 2002 krizi sonrası gibi, ülkeyi Avrupa Birliği'ne yakınlaştırmaya çalışan bir "çoban" olarak görmektedir. 

Bir merada otlanan koyunlar,  tüm otları bitirince yeni, koyu yeşil ve uzun otların olduğu yerlere göçmek zorundadır. Bu günlerde ülkemizde taze otlar batıya doğru büyümektedir. 

Bu metaforlar canımızı sıkmasın. İnsanlar eleştirme, tepki koyma ve en önemlisi itiraz etme haklarını muhafaza ettikleri müddetçe insan kalabilirler. Yoksa her işi birisine bırakıp, onu "çoban" ilan etmenin anlamı nedir? 

Bu anlamda bu yazıyı okuyanlara şu ayeti de okutarak veda etmek istiyorum. İnsan bilincinin, aklının değerini bir gün tekrar hissetmek dileğiyle...

"Ey iman edenler! Peygamber'e “Bizi güt!” demeyiniz, “Bizi gözet!” deyiniz ve onu dinleyiniz." - Bakara/2 - 104