Güneşi Patentleyebilir Misiniz?

Zaman makinasına atladınız ve makinayı ilk çağlara, demirin ilk defa eritilip şekillendirilebildiği zamanlara ayarladınız. Biraz zaman alsa da sert odunları yakarak cevherden küçük demir parçalarını eritmek mümkün hale gelmiş... İnsanların bir bölümü şimdi olduğu gibi o dönemde de hemen silah üretmeye, bu demir parçalarından mızrak ve ok uçları dövmeye başlamış. Diğer bölümü ise daha kullanışlı olan, balta ve orak gibi devrimsel el ve iş aletleri yapmışlar. 

*
Fakat sizin için insan öldüren silah veya zaman tasarrufu yaratan iş aletleri yapmak değil, soğuk iklim şartlarından korunurken odun tasarrufu yapmak ve sıcak suya ulaşmak daha önemli. Bu nedenle var olan demir parçalarını birleştirip çok büyük bir ateş yakmak suretiyle geniş demir plakalar üretmeyi beceriyorsunuz. Sonra bu plakaları bir çeşit kutu veya silindir biçiminde birleştirip evinizin ortasına içinde ateş yakmak amacıyla yerleştiriyorsunuz. Böylelikle evde ateş yakmak için harcanan odunlar çarçabuk küle dönüşmeyecek ve açığa çıkan duman baca vasıtasıyla direkt dışarıya gidecek. Önce demir ısındığı için sıcaklık bir anda kaybolmayacak, demirin üzerinde su kaynatma imkanı doğdukça sudaki zararlı mikroorganizmalardan kurtulabileceksiniz. 

Tebrikler sobayı icat ettiniz. Artık soğuktan ailecek korunabilir, ısınırken su kaynatıp temiz suya ulaşabilir, odun sarfiyatını azaltabilir ve ev içerisindeki zararlı dumanlardan kurtulabilirsiniz.

Tüm aletler ve edevatlar binlerce yılda gelişen üst üste biriken bilimsel geleneğin bir ürünüydü. Daha önceki araştırmalar, sözlü, yazılı aktarımlar olmasaydı, örnek alınacak doğa olayları, hayvanlar, bitkiler olmasaydı bu icatlar yapılabilir miydi?

Şimdi de bu yaşadığınız demir çağı döneminde 21 yüzyıldaki patent kanunlarının var olduğunu düşünün. MÖ 3000 yılında 21. yy'daki patent kanunları yürürlükte. Hijyeni sağlayan çatal, kaşık, silahlar, baltalar, oraklar ve tabi sizin icat ettiğiniz soba... Hepsinin patenti onun mucidine ait olacak. Mucit icadıyla ilgili sonsuz tasarruf yetkisini doyasıya kullanacak. Buna karşı çıkan dönemin en caydırıcı cezalarına çarptırılacak.

Soğuktan titreyip baltası olmadığı için odun kesemeyenler balta mucidine gidecek ve "bu baltayı ben de yapmak istiyorum, bana nasıl yaptığını öğretir misin?" diyecek ya da "soba yaparken seni izlemek, daha sonraysa kendim yapmak istiyorum" diyecek. 

Fakat hayır! Buna izin veremezsiniz!

Bütün patent sahipleri gibi (aralarındaki birkaç kişi hariç) buna karşı çıkarak, "ya ben sana ücret karşılığı üreteyim ya da bunu sana kiralayayım" diyeceksiniz. Çünkü mucitler icat ettilerinin sahibi değiller midir?

Parası olanlardan parasını alacak, tahılı olanların tahılını... Peki hiç birşeyi olmayanların neyini alacaksınız? Sizin adınıza kölelik yapmak soğuktan titremekten daha avantajlı görülecek. Siz de kabul mü edeceksiniz?

Ancak siz gelecekten gelen biri olarak azınlık tarafındasınız. Yani sobanın, baltanın, çatalın, kaşığın neden herkes tarafından rahatlıkla üretilip çoğaltılamadığına akıl erdiremiyorsunuz. Çünkü gelecekte bunlar tamamıyla serbest... Birisine çatala patent alındığı söylense güler geçerdiniz. Ama korktuğunuz başınıza geliyor.  Birileri soğuktan donarken, birileri hastalıktan kırılırken diğerlerinin zevküsefa içerisinde yaşaması sizin kanınıza dokunmaya başlıyor. 

Bu çağı hiç sevmediniz, hakaretler ederek küfürler yağdırarak yeniden zaman makinasına binip günümüze geri dönüyorsunuz. 

Bir baktınız ki herkesin ağzında bir maske. Maske takmayana cezalar veriliyor. Bir virüsün meydana getirdiği bir salgın, tüm dünyada kol geziyor. Bulaşanların %10'u kalıcı hasarlara maruz kalıyor, %3'ü ise boğularak can veriyor. Neredeyse bütün dünya bu hastalığın bulaşmaması için ekonomiyi durdurma noktasına gelmiş. Bilimcilerden ve ilaç şirketlerinden medet umuyorlar. Fakat sizin ülkenizde ekonomi çok kötü olduğu için, hazine ve merkez bankası kasası boşaldığı için ekonomik faaliyetlere istemeseniz de devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü siz memur veya zengin değilsiniz. Evde kalan, işe gitmeyen bütün ülkenin sırtına bindiği "işçisiniz".

Sonunda müjdeli haber geliyor. Aşı bulunmuş. Derin bir oh çekiyorsunuz. Fakat aşıyı bulanlar, buldukları gibi aşının patentini almış ve kimsenin aşının formülüne ücretsiz ulaşmasına izin vermiyorlar. Uygulanan patent yasalarının koruması altında tüm dünyanın şifası olan aşı üzerinde sonsuz tassarruf yetkisine sahip olduklarını açıklıyorlar.

Hemen ilk çağlardaki yaşamınızı anımsıyorsunuz. Bu olamaz, olabilemez diyorsunuz. O dönemde icat ettiğiniz sobanın patentinin alınması ihtimali bile sizi rahatsız etmeye yetmişti. "İnsanları soğuktan koruyan, suyu kaynatıp zararlı organizmalarını öldürmelerini sağlayan ve ev içerisinde solunan zararlı dumanı ortadan kaldıran soba ile dünyadaki salgın hastalığı bitirme veya yavaşlatma ihtimali olan aşı arasında ne fark var?" diye düşünüyorsunuz.  

Hastalık bulaşma oranı 50 milyona hatta 100 milyona ulaşıyor. 100 milyonun %3'ü 3 milyon kişi ediyor. %10'ü 10 milyon... 

Dünyada onlarca aşı üretme tesisi var, hepsi boş boş duruyor. Hepsi tam devir çalışsa 1 aya kalmaz tüm dünya bu aşıya kavuşur diye iç geçiriyorsunuz.

Aşının mucitleri aylık 50 milyon üretme kapasitesiyle 8 milyar insanın tamamını iki kez aşılamaya kalksalar, tam tamına 320 ayda aşılayabilirler. İlaç şirketlerine oluk oluk paralar akarken sizin kafanız bu saçmalığı almıyor.  Bu şirketler, patent savunucuları ve devletlerin bu açgözlü tavırlarıyla hastalıklı insan sayısının 1 milyara ulaştığı hayaller görmeye başlıyorsunuz. "Ya 30 milyon kişi ölürse, 100 milyon kişi kalıcı hasara maruz kalırsa" diye iç geçiriyorsunuz. 

Virüs mutasyona uğradıkça yeni aşılar, yeni mutasyonlar ve yeni aşılar... Sarsılmaz bir zenginliği görüyorsunuz. İnsan hayatıyla kazanılan paraları görüyorsunuz.

Bu zamanı da sevmediniz, hatta nefret ettiniz. Eskiden olsa kimseye haber vermeden patenti çiğner ve ürünü kopyalayıp üretime başlayabilirdik diye iç geçiriyorsunuz. Fakat patente karşı çıkan bilimcilere onlarca yıl hapis cezası verildiğini duyuyorsunuz. 

Zaman makinasına binip belki de gelecekteki 3000'li yıllar daha güzeldir diye düşünüyorsunuz... 

Ve artık bitiyor, rüyanızdan uyanıyorsunuz. 

Televizyonu açıyor ve coronavirüs bulaşan hasta sayısının dünya çapında 50 milyonu geçtiği haberi sizi irkiltiyor. 4 aydır aşı patentine sahip şirketlerin neden bu kadar yavaş üretim yaptıklarını ve var olan üretim tesislerinde insan ve toplum hayatının kurtulması için patent yasalarına uyulmayabileceğini düşünüyorsunuz. 

Bu patent yasalarının zengini daha da zengin, fakiri daha da fakir yaptığına, rekabeti öldürdüğüne, her insanın var olan tüm bilgiye ve icatlara ücretsiz olarak erişebilme hakkı olduğuna ve ihtiyaç özelinde toplum sağlığı için korsan aşı üretimine bile sıcak bakıyorsunuz. 

*
Bu hikayeden de anlaşılabileceği gibi patent yasaları mucide icat ettiği şeyin ontolojik olarak sahibi, onun yaratıcısı, yani tanrısı olduğuna inandırıyor. Halbuki var olan ve gelecekte var olacak tüm bilgiler ve icatlar daha önceki deneyimler olmadan, doğanın örnekliği, hayvanların ve bitkilerin araştırmaları olmadan ortaya konamaz. 

Bu nedenle bu çağda patent konusu olmuş tüm icatlar insanlığın ortak malıdır. 

Aslında patent kavramı tehditle ve cebirle mucidin icat ettiğini zorla elinden alıp sahiplenmek anlamı taşımaktadır. Elbette mucidi korumalı ve ihtiyacını karşılayabilecek ücreti kazanmasını sağlamalıyız. Fakat icat ettiğinin mucidi de olsa, asla onun sahibi değildir. Yani  piyasa koşullarında ilk ve en olmanın kazancını sağlaması önünde hiçbir engel yoktur. Başkasının aynı şeyi üretmesini engellemek ise, işte zulüm olan budur. İşte karşı çıkılacak olan bu sahiplik iddiasıdır. 

Sadece o şeyi yoktan var eden onun sahibi olabilir.

Üretmek isteyen üretmekte özgür olmalıdır.

Yazıma son verirken herkesin bebeklikten gelişmiş bir versiyonunu vurulduğu ve milyonlarca insanın hayatını kurtaran çocuk felci aşısının mucidi Jonas Salk'ı anmak isterim. Kendisine bir gazeteci tarafından "çocuk felci aşısının patenti kimde?" diye sorulması üzere tereddütsüz "halkın" diye cevap veriyor. Ardından "Peki patenti almayacak mısınız?" diye sorulduğundaysa başlığımda da kullandığım şu vicdani tepkiyi veriyor.

 "Hayır! Güneşi patentleyebilir misiniz?" 


Yorum Gönder

0 Yorumlar