Pandemi sürecinde evde kalan memurlar neden tam maaş alıyor?

Covid19 pandemisi tüm dünyayı evlere tıkıştırmışken devletler evde kalan memurların maaşlarında kesintiye gitme kararı alıyor. Türkiye'de ise bu konu hiç mi hiç tartışılmıyor bile. Peki neden pandemi sürecinde evde kalan memurların maaşlarında kesintiye gidilmedi ve gidilmiyor?



Türkiye 6 milyona yakın memur sayısıyla rekorları zorluyor. Öğretmenlerden tutun imamlara kadar sosyal yaşamın her yerine devlet memuru atanıyor. 657 no'lu devlet memurları kanunuyla güvenceye alınan memurların oluşturduğu personel giderleri devletin en büyük giderini oluşturuyor.

İnternetin ve bununla ilişkili teknolojilerin gelişmesiyle beraber otomosyana geçen üretim tesisleri gibi devletler de memur sayısında azaltmaya gittiler. Bunu da belli yaşın üstündekileri emekli ederek ve yerine daha az genç memur alarak başardılar. Aynı şekilde memur-dışı piyasaya baskı uygulamayıp ülkenin genel zenginliğini tabana yayarak vatandaşlarına girişimci bir ruh aşıladılar. İnsanlar memuriyetten kazanabileceklerinden kat be kat fazlasını sivil yaşamlarından kazanmaya başladılar. Bu,  bürokratik oligarşilerin esnekleşmesine yaradı ve ortak refah artmaya başladı. 

Avrupa'da ve ABD'de çok yüksek maaş alan futbolcuların maaşlarında külupler anında kesintiye gitmişlerdi. Çünkü ne maç oynanıyor ne antreman yapılıyordu. Fakat ülkemizdeki kulüpler böyle cesur kararları almadılar, belki de hükümetin zoruyla alamadılar kim bilir. 

Elbette sadece memur (personel) giderleri bir ulusun ortak refahını arttırmaya tek başına yetmez. Fakat toplumun iş kurmak yerine memur olma hayalini tercih etmesinin önüne geçebilir. 

Herkesin tüm kılcal damarlarıyla bildiği üzere Covid19 salgını sürecinde insanların büyük bölümü evine tıkıldı. Evinden çıkabilenler çalışmak zorunda olanlardı. Risk alarak ve işsiz kalma korkusuyla her bir yanın koronavirüsle sarıldığı günlerde onlar çalıştı ve çabaladı. Ülke vatandaşları olarak, evlerde kalanlar olarak onların bu fedakarlığını artık görmeliyiz. 

Sağlık çalışanları gibi bu süreçte ödüllendirilmesi gereken mesleklerin varlığını inkar etmiyorum. Onlar da bize ekmek sağlayan işçiler kadar değerli ve riskli işler yapıyorlar. Şimdi anlatacağım diğer memur maaşlarıyla kurulabilecek fon ile onları da destekleyebiliriz.

Salgın sürecinde memurların 3'te 1'i dönüşümlü olarak tüm devlet işlerini yürüttüler. Türkiye'nin en büyük memur ordusu sayılan öğretmenler ve imamlar tüm bu süreçte işe gitmediler. Yaşlı ve kronik bir rahatsızlığı bulunanlar ise ikinci bir emre kadar işe çağrılmadılar. Memurların sadece sağlık raporu aldıkları günler sayısınca maaşlarında az bir kesinti yapıldı. 

Memurlara bunlar olurken salgın nedeniyle alınan önemler neticesinde kapatılan işletmelerde çalışanlar ise ücretsiz izne ayrıldı. Kısa çalışma ödeneği alabilmek için başvuranlara yarı maaşı bile çok görüldü. Evinin kirasının ertelenmesi veya evde kalma sürecinde iptal edilmesi ev sahibinin insafına bırakıldı. İşçiler almak için taklalar attıkları bin liralık pandemi yardımı yetmeyince altın tepside bir lütufmuş gibi sunulan ihtiyaç kredilerine boğulmamak için yılana sarılır gibi sarıldılar. 



Zaten irili ufaklı krizlerle boğuşan Türkiye son Covid19 salgınıyla beraber krizinin adını koymayı başardı. Artık ülkemizin bütün krizlerin adı Covid19. Artık "herşey salgından önce güzeldi, şimdi kötü ve salgından sonra normalleşecek" düşüncesi zihinlere zerk ediliyor.

Dünya'da ekonomik olarak darboğaza girmiş, içerde ürettikleriyle dışarıdan satın aldıklarını karşılayamayan ülkeler %1 bile olsa memur maaşlarında kesintiye gittiler. Hiç olmasa evde kalıp çalışmayan memurların maaşlarından kesinti yapmak gerçek anlamda hayati risk alıp çalışmaya devam edenlere ve çalışamayıp rezillik çekenlere bir merhem olurdu. Gerekli sağlık ekipmanlarının alınması bile bu fon ile sağlanabilirdi. 

Gönüllülük esasıyla irili uraklı örgütler bu salgın başlayınca doğal ve mantıklı olarak yardım toplamaya başlamamış değillerdi. Çünkü  koskoca devlet  maaşlarda kesintiye gidip bir yardım fonu oluşturmaktan acizdi. Bu toplanan yardımlar öylesine hızlı ve etkili artıyordu ki küçük sivil toplum örgütleri ve ortak çalıştıkları belediyeler merkezi devletten daha anlamlı hale geliyordu. Tam bu sırada Erdoğan mikrofonu alarak: 

"Kampanyayı devletimiz yürütüyor. Devlet içinde devlet olmanın bir anlamı yoktur"


Asla bir fon oluşturup yardımlar yapmayan devlet ve hükümet, var olan yerel örgütlü dayanışmayı da bir anda yok etmişti. Kamu bankalarında yardımlaşma hesaplarını bloke etmekten bile utanmamıştı. Ve halka "tek Devlet, tek IBAN" naraları atmaya başlamıştı. Evet rabia, hamseye dönüşmüştü.

Covid19 salgını bize şunu gösterdi: 

Krizlere karşı topyekün mücadele etmezsek gerçekten kazanamayız. Özellikle yerel dayanışma olmadan hiçbir krizin sorunlarını çözemeyiz.

Salgın sürecinde toplumun bir parçasının rahat koltuklarda oturup tv karşısında pineklediği,
diğer büyük parçasının hayati risklerle boğuşup değer üreterek ve sağlığımızı koruyarak tüm toplumun hayatını kurtarması düşünülemez. Vatan kurtarılacaksa herkes kurtaracak, kriz varsa herkes ona göğüs gerecektir.  Fakat İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un "düşünülemez" dediği şey başka.

"Milli Dayanışma Kampanyası, tamamen gönüllülük esasına dayalı bir kampanyadır. Bu anlamda kamudaki hiçbir kurum ya da kuruluşun, kampanyaya destek amacıyla çalışanlarının maaşlarından kesinti yapması düşünülemez." Fahrettin Altun

Niye düşünülemediğini merak ediyorum? "Koskoca" devletin millete IBAN no'su vermesi düşünülebiliyor da gider kalemlerinden kesinti yapmak neden düşünülemesin?

Bu itibarla tüm dünyanın içinde bulunduğu böyle sancılı bir zamanda bile memur maaşlarından küçücük bir kesintiyi çok gören devlet yöneticilerini farketmeniz için bu yazıyı yazdım. Onlar aslında kimin için çalışıyorlar? sorusunu sormanız ve çalışıp çabalayıp verdiğiniz vergilerin nereye gittiğini sorgulamanızı istiyorum. 

Yorum Gönder

0 Yorumlar