PKK ile barışılabilir mi?

Bu yazıda 40 yıllık savaşın barışla sonuçlanması, geçmişe bir sünger çekilmesi için neler yapılabilir? sorusunu soruyorum. Bitmek tükenmek bilmeyen savaş halinden kurtulma yollarını yalnızca siyasilerde arayarak bir yere varamayacağız. 



PKK(Kürdistan İşçi Partisi) yöre halkının güveninin Barzani aşiretine doğru kaymasını öngöremeyerek Türkiye'ye karşı başlattığı büyük savaşta(öz yönetim) yenildiği için güçsüzleşti. Fakat bu güçsüzleşme PYD'nin IŞİD'e karşı ABD ve Rusya ile müttefik olmasıyla ve siyasi gücün sembolü HDP'nin engellenmesiyle aşıldı. HDP engellenince PKK tekrar güçlendi. 

Türkiye, bağımsızlık referandumu düzenleyen Irak Kürdistanı'nı(Kuzey Irak) tehdit ettiğinde ve Irak merkezi hükümetiyle bir olup Barzani'ye ağza alınmayacak sözler söylediğinde yöre halkının tercihi bu tarafa kaymıştı. Çünkü Kürtlere tarihte ilk defa özerk de olsa bir statü kazandıran Barzani aşireti kaybedilemezdi. HDP'den de PKK'dan da daha anlamlı sonuçları el eden bu aşiret ülkemizdeki Kürtler tarafından da benimsenir.

PYD de Suriye'de büyük bir alanda statü kazanınca sıra Türkiye'deki PKK'ya geldi.-ki yeni Suriye anayasasında bu kantonların statüsü tanınmaya çok yakın. PKK Türkiye'den hak alma konusunda diğer ülkelerdeki örgütler gibi başarılı değil. En büyük, en ses getiren eylemleri burada yapmalarına rağmen toplum psikolojisi sonuç odaklı olduğu için zaman zaman strateji geçici ateşkese kayabilir. 

Dikkat edilirse PKK'yı, PYD'yi ve Barzani Aşiretini ayrı ayrı ele aldım. Modern bilimsel akıl yürütme böyle olmalıdır. Bir iki erkek tarafından aldatılmış bir kadın gibi "tüm erkekler aynısınız" demek yerine her oluşumu ayrı ayrı ele almak, öyle kabul ediyorsan düşmanını tanımak veya yaşananlardan bıkmışsan barış yapmak için gerekli olan yegane tavır olacaktır. 

Hatta şimdiki iktidarın "PKK=PYD=FETÖ=DEAŞ=DHKP-c" demesi tam anlamıyla rezalettir. Eğer bunlar bir sorunsa, artık bu savaşlar bitmeliyse, tüm örgütleri ayrı ayrı ele almalı ve bu rahatsızlığın ilacını duruma ve örgüte özel olarak enjekte etmelisiniz. Tıp'ta kabul gören ve benim de beğendiğim bir düstur var: "Hastalık yoktur, hasta vardır"  Yani demem o ki, her bünye aynı hastalığa aynı tepkiyi vermez. Her bünye aynı yerden yönetilse de kendince biriciktir, özeldir.

Türkiye her anlaşmazlık durumunda silahı kullandı. Şehitlik, vatan ve millet kavramı ve bölünme korkusu hep bu silahın kullanılması için temel motivasyondu. İnsanlar silahı kullanmama ferasetine kavuşmaları için silahın anlamsız olduğuna, o kadar da korkmamak gerektiğine inanmalılar. 

Bir savaş 40 yıl sürüyorsa o zaman silahın pek bir anlamı kalmıyor değil mi? Artık masaya oturmayı tartışmalı değil miyiz?

Sosyolojik olarak çok uzun süre yenişemeyen taraflar güç dengesi oluştuğunda barışmak için can atarlar. Bunu yapmak zorundalar. Zaman zaman bir taraf diğerini yeniyormuş gibi dursa da sivil halkın hayalleri ve bu hayallerden doğan desteği ile devletin bu hayallere karşı çıkması savaşın sürmesinin ana nedeni oluyor. Savaş böylelikle son hızıyla devam ediyor. Toplum şehit cenazesi geldikçe daha da kinleniyor, onları bir avuç suda boğmak hatta yeryüzünden silmek istiyor. Halbuki şehit gelmemesi için yapılacak şey bellidir. 


Barış!


Daha önceki "çözüm süreci" denemesi tam anlamıyla yanlıştı. Kapalı kapılar ardında, kimin neyin altına imza attığını bilmeden, sadece tek tarafın talepleriyle yapılan anlaşmaların akıbeti hep böyle olmamış mıdır? 

Bir iş sözleşmesinde veya bir satış sözleşmesinde bile şahit gereklidir. Hal böyleyken "yaptık oldu, ol dedim oldu" mantığının fayda sağlamadığını artık anlamalıyız. Erdoğan bunu denedi. Türkiye'de "35 yıllık savaşı bitiren adam" olarak yüzyıllarca anılmak istedi, ama hem kendi hırsından hem de PKK'nın açgözlülüğünden dolayı bu olmadı, olamadı.

Barış anlaşması kapalı kapılar ardında değil, aleni olarak meydanda yapılmalıdır. Canlı yayınla ülkenin dört bir tarafından gelen insanların gözü önünde yapılmalıdır. Kimin hangi maddeler altına imza attığı belli olmalıdır. Bunun dışında yapılan anlaşmaların akıbeti bir kaç yıl önce olduğu gibi kanın oluk oluk akmasına dönecektir. Olan yine gençlere, analara, babalara, eşlere, çocuklara olacaktır.

Meşruiyet için referandum şıkkı ortadadır. Milliyetçi çevreler ne kadar kızsalar da, savaş çığırtkanlığı yapsalar da şehit gelmemesine sevinmeye başlayabilirler. Belki de tam tersi, şehit gelmesini  istiyorlardır, kim bilir. Aslında bu durum bir nevi bu milliyetçilerin sinirlerinin azalmasına bağlıdır. Eğer milliyetçiler savaşın artık bitmesini isterlerse kimse barışın önünde duramaz. Şuanda ne yazık ki milliyetçilerin ferasetinde böyle bir emare göremiyorum. 

Onlar isterse sakin bir biçimde, istemezse sancılı bir biçimde barış er ya da geç gelecektir. 

PKK'ya geçmişindeki terör eylemleriyle hesaplaşmadan, dişe dokunur bir cezalandırma ve yargılanma ile karşılaşmadan asla tam anlamıyla güvenilemez. Hızlı, aleni ve adil bir şekilde yargılananlar, anlaşma gereği Kolombiya'da olduğu gibi sosyal hizmet cezalarına çarptırılabilir. Süper güçlerden alınan destekle şımarmış bu örgütün yakın zamanda tam anlamıyla silah bırakacak sağduyuya sahip olabileceğine inanmıyorum, ama umut ediyorum. 

Türkiye de Kürtlere yönelik tiranvari baskılarından vazgeçmeli ve toplumun vicdanını sızlatmış katliamlarla hesaplaşmalıdır. Devlet daha şeffaf ve çoğulcu olmalıdır. Yerel yönetimlerin güçlendirildiği, anadil özgürlüğünün sağlandığı zamanlara gelmek zor değil. Fakat şimdi devletin bürokrasisinden ve yöneticilerinden de bu sağduyuyu beklemek bir hayal olacaktır. Hayalsiz insan olur mu?

Ak Parti tabanıyla tavanıyla pelinkancıların saldırısı altında, PKK ile barış yapabilecek siyasi olgunluğa sahip değiller, iktidar hastalığına kapılan Erdoğan da öyle. 

CHP'de İmamoğlu büyük bir sağduyu ve çoğulculuk sergilese de kurumsal parti içerisindeki ulusalcıların PKK ile barışmaya belki de ülkücülerden çok karşı çıktıklarını biliyorum. "Onları öldürsen PKK ile masaya oturmazlar" diyesim geliyor, ama demiyorum. Ne de olsa umut fakirin ekmeği.

İyi Parti'de ise MHP'lilerden daha sert bir tavır sözkonusunu. Yetkili konumlarda bulunmamalarına rağmen fazla gündem yaratım güçleri var. 


Kısacası,

Konuşarak anlaşılabileceğini ortaya koyarsanız silahlı mücadelenin bir anlamı kalmaz. HDP bu anlamda silahlı değil siyasi hak arayışın sembolü olduğu için büyük bir etkiye sahip. Bunu değerlendirmek de bu siyasi partilerin işidir. Siyasi parti değişen dünyaya ayak uydurmuyorsa anlamını kaybeder. Yüzyıllarca adlarının "barış getiren, barışçı" olarak anılmasını istiyorlarsa, görev onları bekliyor 

Şu anda zor görünse de bu savaşın bitmesi benim en büyük hayalim. Kürtlerin asli hakları onlara verilmeli. Yaşananlara sünger çekilmeli ve yeni bir tarih sayfası açılmalıdır. Kürtler ile Türklerin barış içinde, Allah'ın arzını ortaklaşa kullanarak, ama tanınarak yaşadığı bir ülke olabilmenin gurunu yaşamalıyız. Bunu başarabilecek güçteyiz.

Siyasi partilerde barış getirebilecek bir potansiyel olmamasına rağmen toplumda bunu görüyorum. İçten içe "artık yeter" veya "edi bese" diyen anneler, babalar, çocuklar, eşler, gençler olduğunu biliyorum. Onlar bu düşüncelerini dillerine dökemiyorlar belki, ama zamanı geldiğinde yakın geçmişten ibret alarak barışı bağıra çağıra isteyecekler. O gün geldiğinde kan için toplumun gençlerini birbirine kırdıranlar tasfiye olacaklardır.  Umulur ki, zamanı geldiğinde yine intikam alınmasın. Yine birilerinin asli hakları ellerinden alınmasın. 

Süper güçlerin baskılarıyla barış yapacağınıza hiç yapmayın. Sırf çıkar için, onlar dedi diye barış yapılamaz. O yalnızca gösteriştir. Barışı tesis edebilecek olanlar yalnızca savaşanlardır. 

Bertrand Russell'in şu sözüyle bitirmek isterim:

"Savaş, kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir."

Not: kapak fotoğrafını Güneşi Gördüm adlı filmden aldım.

Yorum Gönder

0 Yorumlar