GÖZ GÖRMEYİNCE GÖNÜL KATLANIR MI?

Hayatın tüm kılcal damarlarını etkileyen en temel sorunları çözmek için kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Alışkanlıklardan vazgeçme duygusu huzurunu kaçırıyor insanın belli ki. Bu yüzden toplum atalarını ne üzerinde bulduysa aynen devam ediyor.

Televizyondaki  yarışma programları ekrana kitliyor insanları. Çünkü yarışan ile izleyici arasında görülmez bir bağ kuruyor bu yarışmalar. Sanki kendi de yarışıyormuşcasına heyecanlanıyor izleyici. Kedili videolara bayılıyor sanki kendi kedisiymiş gibi. İzlerken önerilen videolarda bebek videolarını görüyor ve saatlerce ekrana takılı kalıyor. 

"Ayy, ne güzel" 

Evet, yalnızca güzel ve zevkli olanı tercih ediyoruz. Sadece bunu izlemek istiyoruz. Yoksa ne alemi var şimdi canımızı sıkmanın?Gerçeğin o acıtıcı etkisini hissedip de "ağzımızın tadını bozmanın" ne anlamı var? 

Çok anlamı var!

Güzellikler, zevkler insanı bağımlı yapabilir. Hele ki kötülüğün de güzellikler ve iyilikler kadar olmasa da var olduğu dünyamızda bizi gerçek dünyanın sorunlarına karşı etkisizleştirir. Pespembe bir dünya simülasyonu ortaya çıkar. Siyahlıkları görmezden geliriz. Uçurum kenarındayızdır, fakat bundan haberimiz yoktur.

Evinde su borusu patlamış, evi su götürmüş, eşyalar ıslanmış; ama evde oturan birisi su borusunu tamir etmek yerine televizyonda yarışma programları izlese, internette kedili videolara saatlerce baksa, ne kadar garip karşılarız değil mi? İşte neredeyse tüm Türkiye bu durumda... Temel sorunları görmezden gelenleri ülkesi burası.

İnsan evladı sorunun sorun olduğuna görmeden inanmıyor. İşin garibi görse de inanmıyor. Örneğin İstanbul'un trafik sorunu kadar büyük bir sorunu var mı? Her Allah'ın günü milyonlarca çift göz bunu ön camdan görüyor değil mi? Açık ara en büyük sorun bu değil mi? Peki neden çözülmüyor? 


Son 40 yıldaki her günün en büyük sorunu Kürt sorunu değil mi?



Akın akın ülkeden kaçışlar olmuyor mu?



Bu sorunlar neden çözülmüyor? 

Üniversitelerde araştırma yapana kızılıyor artık. 

Sokaktaki insana işsizlik var diyorsun, "yok canım, iş beğenmemezlik var" diyor. 

Otobüsteki insana yoksulluk var diyorsun, "baksana herkesin altında araba var" diyor. 

Milletin gerçeklik penceresi yalnızca kendi gözü olmuş vaziyette. Keşke gördüklerine de inansa... İstatistikmiş, araştırmaymış hiç umrunda bile değil. O gerçeklik penceresini de ele geçiren düdüğü çalıyor maalesef. 

İnsana ne oldu da kendi gözünü kiraya verdi, anlam dünyasını satılığa çıkardı? 

Kişi ne zaman özgür olur bilir misiniz? 

İradesine sahip olup anlam dünyasını kendi şekillendirdiği zaman. 

Televizyonda ve diğer iletişim aygıtlarında gerçeklik penceresi ele geçirilen insanlar koyun gibi güdüldüklerinin artık soğuk su çarpması etkisiyle farkına varmaları gerekiyor. Özgürleşin artık ey ahali!

Değişimden neden korkarız? 

Meşakkatlidir, zorlar ve en önemlisi ihtimalleri düşündürtür. Aynen, düşünmekten korkuyoruz. Aklından "söylenemeyecek" bir şey geçse, hemen "dinden çıktığını" zanneden muhafazakar ortalama dindar gibi huzursuzlanıyoruz. 

Ülkemizde veriye ulaşmak çok zor, hatta imkansız. Dünyada yerin dibindeyiz bu anlamda. Bir sorunun nedenini araştırmaya başladığımız anda araştırmayı bitirmek zorunda kalırız. Çünkü öyle bir verinin istatistiği tutulmamış. Yani koca bir YOK!. 

"Yok ki öyle bir şey."

Sorunun sorun olduğunu anlamadan ve buna inanmadan o sorunu nasıl çözebiliriz? 

İşte bunun için sorunun var olduğuna inanmalıyız. "inandım" diyerek değil, görerek, inceleyerek, araştırarak inanmalı ve çözmek için uğraşmalıyız. Benim düşünceme göre, bir sorunu çözmeye uğraşmıyorsanız o sorunun var olduğuna inanmıyorsunuz demektir. 

Bu yüzden tüm görsel, işitsel ve yazılı medyanın gerçekliği tüm çıplaklığıyla tüm zihinlere aktarması gerekir. Sorunun varlığını haykırarak yayın yapmalılar. Bizler de merak etmeli ve arzularımızı törpüledikçe araştırmaya, incelemeye yani "görmeye" başlamalıyız.  Türlü dünyevi hesaplarla, kişisel faydacılıkla görmezden gelinen her sorun yakın zamanda sizi de yakar bizi de. Ateşten kaçamazsınız.

Yorum Gönder

0 Yorumlar