HALK EKMEK GERÇEKTEN İHTİYAÇ MI? HALK EKMEKÇİ ABİ İLE KISA BİR DİYALOG VE ANALİZ

Serbest pazar ekonomisine geçişten sonra fırıncıların fiyatlarını "yasal olarak" aşağı çekmek amacıyla kurulan Halk Ekmek bugün bulunduğu mahallelerdeki fırınların kapanmasına neden oldu. Halk Ekmek, fırınları kapatınca onlarca çeşit unlu mamül talebini de karşılamaya başladı. Bugün Ankara'da tüketilen ekmeğin 3'de 1'i Halk Ekmek tarafından üretiliyor. 

Ekmek içeriğinde bulunan maddeler ve tadı nedeniyle bağımlılık yaratan bir gıda. Kan şekerini çıkaran, çabuk acıktıran ve siyasiler sayesinde çok ucuz bir gıda. Ölüm döşeğindeki bir hastanın dudağına bir iki damla su damlatmak gibi satılan bu ekmeklere toplum aşık olmuş durumda.

Türkiye'de ekmek denince akan sular durur. Kahvaltıda ekmek olmadığını fark eden bir Türkiyeli, kendini muazzam bir kaygı bulutu içerisinde buluverir. Onun hayatında asla ama asla ekmeğin olmadığı bir sofra düşünülemez. 

Çoğu ülkede "yoksul yiyeceği" olarak adlandırılan ve genellikle yapıtaşı un olan gıdalar vardır. Fakat bunlar besleyici olmalarıyla ve uzun süre tok tutmalarıyla bilinirler. Böylelikle çabuk acıkmayan kişinin gıda masrafının azalması öngörülür.

Ülkemizde ise tüketilen ekmek kan şekerini aniden yükseltmesiyle ve çabucak acıktırmasıyla bilinir. Aslında bu ekmekler yeniden yemek yemenin bir bahanesi olduğundan yüksek seviyede haz verir; bağımlılık yapıcıdır. 

Anadolu'ya 100 yıl önce gelen çay bitkisini gören köylüler o bitkiye alışamamıştı. Bir kaç onyıl sonra dünyada en çok çay tüketen bir toplum olacağımızı nereden bilebilirlerdi. Lıkır lıkır su içer gibi çay içiyoruz. 

Çay örneğinden kat kat fazla bir şekilde bu ekmeklere muazzam bir bağlılık gösteriyoruz. Yürüdüğü yolda ekmek gören bir dindar üç kere başına götürdükten sonra o ekmeği öper ve yüksek bir yere kaldırır. Burada ekmek Yaradanın rızkının bir sembolü olmuştur onun zihninde. Fakat aynı ritüelleri domatese, bibere yapmaz. Ekmeğin onun zihninde yeri farklıdır, kutsaldır. 

Siyasiler de bunun böyle olmasından dolayı oldukça mutludurlar. Yalnızca ekmeğin fiyatını düşürdüğümüzde insanlara "aç değilsiniz" diyebilmek mümkün hale geliyor. Fakat yüksek oranda ekmek tüketen bir toplumda görülen hem zihinsel hem de fiziksel hayati rahatsızlıkları görmezden geliyorlar. Bağımlılıklarla boğuşan, zihinlerini yalnızca bunlarla dolduran ve fazla ekmek tüketmenin hasta ettiği bir toplum...

Fiyatın arz-talep dengesiyle belirlenmesi gerektiği serbest piyasanın serbesliğine vurulan her kolaycı darbe en çok üreticiye olmak üzere tüm toplumsal ekonomik dinamiklere zincirleme olarak zarar verir. Serbest piyasayı rekabet ve denetleme kurullarıyla denetlemek ve tekeli önlemek en doğru çözüm olacaktır. Yoksa üretici geleceğinden güven duymamaya başlar ve üretime küsebilir. Komisyoncu az miktardan çok gelir elde etmek için fiyatları yükseltebilir. Komisyonculuk ülkemizde taşımacılık gibi çalıştığından dolayı tüm fiyatlardan doğrudan etkilenir.

Fırıncılık istihdam yaratması bakımından çok başarılı bir meslek. Fırıncılar çok olursa üretici için aynı oranda bir talep olur. Elbette halk ekmekler kapandığı ilk yıllarda ekmek fiyatları uçuşa geçecektir; bu doğrudur. Fakat bir kaç yıl içinde un ve ekmek fiyatlarının uçtuğu bu sektörde girişimci ruh canlanacak ve fiyatlar arz-talep sonucu düşecektir. Böylelikle işsizlik bu sektörde azalmaya başladıkça diğer sektörlere de bu furya sıçrayacaktır. Onun için bu halk ekmek mevzusunun ayrı bir önemi var kanımca.

Sizlere bu konu hakkında bir halk ekmekçi abi ile yaptığım kısa bir diyaloğu anlatmak isterim. Bir fikir vermesi açısından okumanızda fayda var.


Yakın tarihte Ankara'daki mahallemde bulunan bir halk ekmeğe gittim. Bu arada "neden oraya gittin" dersen, bizim mahallede fırın kalmadı. Halk ekmek büfesinde kahvaltıda yemeği sevdiğim fındıklı ekmek adında küçük çörekler var. Ekmek gibi değil ama arada sırada alırım oradan. Normalde 6'lı paketlerde bulunan bu fındıklı ekmekler 1 tl idi. O gün ise 2 li paketlerin 50 krş olduğunu fark ettim. 

Neyse bu konu hakkında muhabbet ederken bir anda gazetecilik refleksinin verdiği çoşkuyla şöyle bir soru sordum:

Abicim bu halk ekmekler gerçekten gerekli mi? İçimde bir şüphe var. Yani şimdi de Halk Sebze kurdular oy almak için. Sen ne düşünüyorsun halk ekmekte çalışan biri olarak?

Bu soruyla beraber elindeki poşeti ve çöreği bırakarak cam bölmeye yaklaşıp başladı homurdanmaya:

 Ne alakası var? ne güzel ucuzdan yiyoruz ekmekleri. Buralar olmasa varya 3 tlye yersin ekmekleri. 3 tlye mi yemek istiyorsun ekmekleri ha? 

Sözü bana vermeden devam etti hunharca:

Sen çok boş konuşuyorsun. Bak et ithalatına laf ediyorlar. 100tl'ye yiyemezsin et ithal etmesek. Fırsatçılar var. Devlet ne yapsın? Fırsatçılar durmuyor.

Hassas noktamdı bu, hemen araya girdim:

Yav abicim üreticiye yapılacak en büyük kötülük bu ithalatlar. Sen ithal ettikçe fiyatlar uzun vadede yükselecek ama farketmiyorsun. Bir müddet ithal etme. İzin ver fiyatlara yükseksin. Ben bile hayvan yetiştirebilirim o zaman.

Laflarımı pür dikkat dinleyen halk ekmek abi, "yok" dedi. "Sen değişiksin. Yeter bu kadar" dedi ve diyaloğu şakadanak bitirdi, tokalaştık ve ayrıldık. 

Görüldüğü gibi vatandaş için gıda fiyatlarının düşük olması daha fazla  kıyafet alabilmek, ev eşyalarını yenilemek, daha güzel telefon alabilmekti aslında. Nasıl olursa olsun ama ucuz olsun derdindeler. Fakirleştirilmiş ve ucuz, değersiz gıdalara mahkum edilmiş kitlelerin gıda maliyetlerini kısarak bu tüketimi yapmaları mümkün oluyor elbette. Çünkü gıda kalemi gelirin büyük bir bölümünü yok ediyor. Fakat yukarıdaki güncel örnekte de olduğu gibi sağlıklı ve ucuz gıda sistemini temelden bozan bir kolaya kaçmaya karşı koymazsak, biz değil ama belki çocuklarımız kıtlık çekecek ve temel gıdayı şimdinin telefon fiyatları seviyelerinde karşılayabileceğiz. O zaman geldiğinde bu halk ekmek, tanzim satış kavramlarının ne kadar yanlış olduğunu anlayacağız. 

Vatandaş bu rezil hali anlayıp sorunun sorun olduğuna inanırsa yaratılan "fırsatçılar" heyulası yerine siyasilere kızacak, onların ensesinde soluyacaktır.

Ekmeğe ve onun gibi ucuz, sağlıksız ve verimsiz gıdalara olan bağımlılığımız bizi yanlış düşündürtüyor. Devletin ve belediyelerin görevi ekmek üretmek ve satmakmış gibi düşünüyoruz. Akılcı olmayan, mantıklı hiç olmayan uygulamalar yalnızca zorunlu olunduğu için kısa süreliğine yapılmalı. Bunu yapmanın nedeni sorunu saptayıp çözüm bulmak için zaman kazanma amacı olmalıdır. 

Devlet yalnızca irinin daha da irileşmesini küçüğün ise daha fazla küçülmesini önlemek için vardır. Mümkünse iriyi de küçüğü de eşitleyerek dengelemelidir. Devletin temel işlevi budur. "Meydanı fırsatçılara bırakmıyoruz" adı altında fırsatçılık yapan devletle hiçbir sorun çözülemez. 

10 yıldır yapılan onbinlerce ton kırmızı et ithalatı bir anda son bulsa, fiyatlar 100 bilemedin 200 liralara çıksa, ben bile bir besi çiftliği açmak isteyebilirim. Fiyatların yükseldiğini gören küçük girişimciler altına hücum eder gibi bu sektörlere hücum edeceklerdir.

Bunun tam tersine yaklaşan yerel seçimlere yönelik tanzim satış ve halk sebze noktaları 2019 yılında kuruldu. Yetmedi onlarca üründe, patatesten tütüne gümrük vergileri sıfırlandı. Yalnızca seferberlik ve kıtlık dönemlerinde mazur görülebilecek bu yöntem üreticilerin üzerinde bulunduğu dalları kesiyor. Kimse bunun farkında değil. 

Unun ve hatta samanın ithal edildiği bir ülke haline geldik. Hala bunu göremiyorlar. Kendilerinin sağ olduğu bir kaç yıl öncesini bile unutuyorlar artık. Sanki toplumsal bir alzheimer almış başını gidiyor. Eski çağların tahıl ambarı, dünyada kendi kendine yetebilen o ülkesi.... Sorarım size: bunların hiçbirinden eser kaldı mı? 

Yorum Gönder

0 Yorumlar