ERDOĞAN'IN RABİASI, ATATÜRK'ÜN ALTIOKU

2013'den beri kullanıyor Erdoğan bu rabia işaretini. Her meydanda "tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak" şeklinde de bir slogan haline getiriyor kendince. Bu yazıda dört parmaklı rabia işaretinin gerçek ve Erdoğancı anlamı ile CHP'nin kurucu resmi ideolojisindeki benzerlikleri anlatıyorum.

Her şey bir halk hareketi sonucunda Hüsnü Mübarek'in askeri darbe ile indirilmesiyle başladı. Yıllar sonra yapılan ilk seçimlerde Muhammed Mursi modern tarihiyle 40 yıllık bir siyasi hareket olan Müslüman Kardeşler Hareketi(ihvan)  adayı olarak Cumhurbaşkanı seçildi. İktidarda kaldığı kısacık süre içerisinde çok şey yapmayı arzulayan ve aynı zamanda tüm Sünni İslamcıların desteğini alan Mursi hükümeti, yaşam tarzlarının ve yönetim tarzlarının tehlikeye girdiğini düşünenlerin tekrar Tahrir meydanını doldurmasıyla sarsıldı ve beklenen oldu. Yine aynı ordu, darbe ile Mursi'yi ve destekçilerini indirerek onu hapsetti.

Mursi'nin cezaevine konulup yanlı bir biçimde yargılanması sürecinde Mursi destekçileri (ki bunların çoğunluğu Müslüman Kardeşler üyeleri) seçilmiş Cumhurbaşkanlarına desteklerini bildirmek ve hukuksuzluğa direnmek amacıyla Rabiatü'l Adeviyye (Dördüncü İyilik/güzellik) meydanında toplanmaya başladılar.


Bu süreçte ise Rabiatü'l Adeviyye meydanını dolduranlar, elleriyle "dört işareti" yapmaya başladılar ve uzun yıllar unutulmayacak bir direniş sembolü haline geldi bu işaret. Sosyalist halk hareketlerinin kullandığı iki parmak ile V yapma işaretine benzer bir etki taşıyordu, fakat sosyalist hareketlerinin aksine dini bir temele oturuyordu.

Rabia işaretinin nasıl doğduğu konusunda kesin bir bilgi olmadığından buradan bir tahmin yürüteceğim. 

İnsanlar bu baskı ortamında herkes içerisinde  sözlü bir biçimde "hangi meydana, nereye gidiyorsun" sorularına cevap veremedikleri için, işaret yoluyla böyle bir belirtme kullanmış olabilirler. Çünkü askeri darbe zamanla bu hareketin sempatizanlarını da cezalandırmak istiyordu. Bazı tarihsel tahminlere göre, bu el ile dört yapma işaretinin dördüncü halifenin Ali'ye karşı Muaviye'nin olması gerektiğini savunan kitleler tarafından kullanıldığı da söylenir. (ki böylelikle Sünni saltanat ideolojisi ile bağlantı kurulmaya çalışılır, ama ilk tahminin doğruluğu daha muhtemeldir)

Rabiatü'l Adeviyye aslında tarihi bir sufi kişiliktir ve kadındır. Kadın Müslümanlar tarafından oldukça sevilir ve evliya gibi düşünülür, meydanın ismi bu şahsa hürmeten verilmiştir. Kendisi babasının dördüncü çocuğu olmasından dolayı bu ismi almıştır. Hatta ülkemizde bile  Rabia adı kadınlarda oldukça yaygındır.

Sünni İslamcı ideolojiler çemberinde ele alınan Müslüman Kardeşler hareketi günümüzde pek çok Ortadoğu ülkesi tarafından "terörist örgüt" olarak kabul edilmektedir. Siyasi anlamda hakkını arayamayanların zamanla terörize olduğu doğrudur. Ancak milyonlarca sivil, "Sünni Şeriat" getirmeyi arzuladıkları gerekçesiyle ya öldürülmüş ya da hapsedilmiştir. 

Sünni ideolojinin esas kavramı "Ümmet"dir. Bu kavram tüm Müslümanların(genellikle sünnilerin) dilleri, milletleri ve sünnilik içerisindeki mezhepleri tanınanarak "uluslaştırılması" çabasıyla kendini ifade eder.  Fakat içerisindeki farklı dil konuşanların uluslarını statükoya göre görmezden gelebilir ya da kültürel asimilasyona uğratabilir. Coğrafik, yerel milliyetçi öğretiler ve davranışlar, ümmetçi kavramlarla bu yüzden ters düşmektedir. Bu ulusçu ümmet kavramına en çok karşı çıkanlar, Baas rejimleri ve "Atatürkçülük" veya daha geniş anlamıyla "Türk resmi ideolojisidir"

Yüz milyonlarca kişinin benimsediği ve darbe karşıtlığının, demokrasi mücadelesinin sembolü olan Rabia işareti ve bununla ilgili olarak kurulmuş olan platformunun da logosudur. Rabia platformuna göre bu sembol, bir kesimin, zümrenin, ırkın, milletin değil, adalet arayan tüm mazlumların, darbeye karşı direnen tüm insanların, meşruiyet için gayret eden tüm insanların sembolüdür. Yani bu küçük ve yerel anlayışların üstündedir.

Şimdi bu sembolün Erdoğan tarafından nasıl anlaşıldığına ve Türkiye toplumuna nasıl yansıtıldığına bakmamız gerekiyor. Yoksa sembollerin, kavramların ve sloganların havalarda uçuştuğu günümüz dünyasında neyin ne anlama geldiğini bilmeden hak talebinde bulunamayız. İyi niyetle kullandığımız semboller zamanla bir tılsıma dönüşerek gerçek amaçların asıl anlamlarının içinin boşaltılması için kullanılabilir, kullanılıyor da..

Erdoğan bu sembolü ilk işittiğinde muhtemeldir ki herkes gibi davranma refleksinde bulunması gerekirken, Mursi ile kendisi arasında bir amaç birlikteliği keşfetti. O da Müslümanlara (şeklen de olsa) bazı özgürlükler getirmek istiyordu, Erdoğan da. O da devleti dönüştürmek istiyordu, sistemi "seçilmişlerin” yönetmesini istiyordu; Erdoğan da. Demokrasi ona göre de sandıktı Erdoğan'a göre de. O da darbeye maruz kaldı; Erdoğan'da çeşitli darbelere maruz kaldı. İkisi de namazında niyazında falan, girmiyorum bu konulara.

Bu birliktelik takdire şayan gerçekten. Ancak Mursi'nin milliyeti geri plana atan ümmetçi rabiasının bir revizyona uğratılması, üzerinde popüler deyimle yapısal reform yapılması gerekiyordu. Çünkü ülkemizin milliyetçi/vatansever damarı kelimelere, sözlere, sloganlara derinlemesine önem atfediyordu. Hatta bir andımızın kaldırılması düzenlemesi bile yıllar almasına rağmen yıllar sonra yeniden gündeme gelebiliyordu.


Bu yönüyle Erdoğan hem özüne dönüşü(resmi ideolojiye) kullanmak hem de demokrasiyi çağrıştırması bakımından Faşizmin bile ayakta alkışlayacağı şu sloganı bürokrasinin memnun kaldığı bir forma dönüştürmeyi başardı.  

"Tek Devlet
Tek Vatan
Tek Millet
Tek Bayrak"

Tekçilik veya birlikteciliğin diğer adı Mussolini'nin ortaya attığı şekliyle "Faşizmdir" Bu anlayışa göre herkes birdir, tekdir. Tek olan Tanrı değil, ulusdur ve edebidir.

Görüldüğü üzere bir ulus devlette sandık ile meşruiyetini sağlama gayreti içerisindeki bir yönetici milli, mezhepsel, ırksal, dilsel farklılıkları gören ve tanıyan ümmet bilincine bir anda gözlerini kapamıştı. Çünkü Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan sandıklar yalnızca Türkiye'de kuruluyordu.


Fakat Erdoğan her bu rabia işaretini yapışında diğer Sünni Müslüman toplumlar onu hala ümmetçi olarak görmektedirler.  Erdoğan'ı görenler, "Davos’un fatihi hala bizi savunuyor" diyorlar. Halbuki işaretin anlamı tamamen kişisel hırslara ve statikocu hevalara uyularak boşatılmıştır.

Erdoğan devleti dönüştürme ve davranışlarını değiştirme amacıyla halk tarafından iktidara oturtulmuş, ardından bunun işe yaramadığını gördüğünde tüm devleti üzerine tapulamış, "ulusun tanrı-kralı" rolünü üstlenmiş bir "ulu önder, milli şef, reis" olmuştur.

Gelelim bu yönüyle Erdoğan ile kurucu ideolojisinin benzerliğine.

Osmanlı İmparatorluğunun geriye kalan topraklarında genellikle Türkler yaşadığı için ülkenin adına "Türklerin Yurdu" anlamına gelen Arapça kökenli "Türkiye" ismi koyuldu. Zaman içinde yalnızca Müslüman kimliğiyle bilinen Türk kavramının etnik doğuşu popülerleştirilerek, etnik bir ulus devlet kurulmaya çalışıldı. Böylelikle Kürtler dışında onlarca dil, kültür, millet yok oldu. Kürtler kalabalık ve kapalı yapılarıyla bu ret/inkar/asimilasyon politikalarına karşı durmayı başaran tek toplumdur diyebiliriz.

Bunu açıklayan Atatürk ilkesi elbette ki milliyetçiliktir. Buna göre her vatandaş Türk'tür. Yani Kürt yoktur. Bu ilkeye "Tek Millet İlkesi" de denebilir. Atatürk ilkeleri genel ifadeyle Türk Milliyetçiliğini esas aldığı için diğer ilkeler talidir ancak konuşmaya değerdir.

Osmanlı’daki babadan oğula prensibi son Osmanlıların ortadan kaybolmasıyla bitmişti. Ortada yönetimsel bir boşluk vardı. Cumhuriyet’ten başka çıkar yol yoktu. Bu anlamda, Cumhuriyetçilik yalnızca meşruiyet sağlayan bir "sandığı" ifade etmekle kalıyor. Çünkü her ne kadar Atatürk'ün çabalarıyla bir kaç parti daha kurulmuş olsa da tek partili ve tek adaylı seçimler yapılmaktaydı. Bilindiği üzere Demokratlık diye bir Atatürk ilkesi de yok. Bu Cumhuriyetçilik kavramına göre de Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanı veya sekreteridir. Erdoğan da 26 Nisan Referandumundan sonra hem Cumhurbaşkanı hem de AKP Genel başkanı olmuştur. Buna da "tek devlet ilkesi" de denebilir.


Yine çok önemli bir ilke olan Halkçılık en genel ifadeyle var olan eşitsizlikleri görmezden gelerek herkese "eşitsiniz" demektir. Zengin de yoktur fakir de. "Burjuva da yoktur proleterya da" demektir. Faşist ideolojiye göre devlet halkçıdır. Yani zenginler ile fakirler, burjuva ile proleterya arasında "kalptir".

Bu "kalp" terimini 1927 yılı Almanya yapımı "Metropolis" filminden aldım. Bu film Faşizmin ne demek olduğunu tüm çıplaklığıyla eveleyip gevelemeden anlatıyor. Bu arada Hitler'in en sevdiği film olarak da geçmektedir. Kısaca filmi anlatayım:

Filmde işçiler aileleriyle birlikte sefil bir biçimde yeraltında, onları çalıştıran işverenler, burjuvalar ve zenginler yeryüzünde lüks içinde yaşamaktadırlar. Şehrin en büyük patronunun oğlu bir gün etkilendiği bir kadını takip etmek suretiyle işçilerin bu rezil çalışma konuşlarını görünce apışıp kalır. Bu kadın, işçilerin rahibesi konumundadır. (din adamı/kadını her ne ise). Büyük patronun oğlu din kadınını da yanına alarak devletin aslında arabulucu halini sembolize eder. O kadın şu lafı ağzından hiç düşürmez ki filmin ana fikri de budur.

"Akıl ile el arasındaki arabulucu kalptir"

Buna göre "kalp" faşist devlettir. Kimse hakkını aramasın, kutsal olan devlet zaten herkese hakkını verecektir.

Halkçılığı ve diğer ilkeleri bu bağlamda anlamlandırdığımız zaman taşlar yerine oturacaktır. Yani "devletçilik" de "laiklik" de bu anlamda aynı şeye hizmet etmektedir. (Kelime anlamı olarak değil, anlaşıldığı anlamıyla kullanıyorum) Bu yüzdendir ki kurucu resmi ideoloji asla hiçbir sosyal harekete izin vermemiştir. Erdoğan'ın da gücü ele geçirdikten sonra engellettiği devasa grev sayısı ortadadır. Bunların çok önemli bir bölümü polis zoruyla engellenmiştir. Gezi olayları da Erdoğan'ın emri ve isteği doğrultusunda aşırı müdahalelerle bastırılmıştır. Diğer taraftan Atatürk dönemi Dersim olayı da dönemin en kanlı katliamları olarak kayda geçmiştir. Dileyen tüm bu söylediklerimin kanıtlarına internet çöplüğünden ulaşabilir.

2000'li yıllara kadar devlete memur olmak vatandaş açısından doğru görülmüyordu. Laik olan devlete memur olmak dini gerekçelerle eleştiriliyordu. Esnaflık veya çiftçilik ya da işçilik daha makul görülüyordu. Fakat bu gün, Erdoğan'ın 16 yıllık iktidarı sonrasında  KPSS'ye başvuru sayısı 4 milyonlara vuruyor...

Laiklik kavramını irdelediğimizde hemen sırıtacak olan Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Laik bir devlette bu din kurumunun ne işi vardır? Hatta camiler de devlete bağlı olduğu için imam tedariğini de devlet yapmaktadır; maaşını devlet vermektedir. Hutbeler başkanlıkça belirlenen “tek metin” den oluşur ve başka metinler okutulamaz. Bu anlamda aslında 4 parmağa sığdırılamayan bir tekçilik anlayışı olan “tek din” kavramının da içselleştirildiğini görüyoruz.

Genellikle Hanefi olan Sünni Müslüman Türklerin çoğunluk oluşturduğu Anadolu’da Aleviler de yaşamaktadır. Ancak bu güne kadar Alevilerin cemevleri hala 2019 yılında dahi “ibadethane” olarak tanınmamıştır. Yani Atatürk döneminde ne ise, Erdoğan döneminde de o olmaktadır. Batı Anadolu’da yoğunlaşan gayrimüslim nüfus mübadeleye zorlanmış ve ülkenin toplam nüfusunun “%99’u Müslümandır” miti gerçek hale getirilmeye çalışılmıştır. Ancak onların kiliseleri ve sinagogları ibadethane olarak tanınmış, özerk konumları kanuni bir statüye kavuşturulmuştu Ancak Alevilerin ibadethanesi resmiyette kendileri gibi yoktur; yok hükmündedir.

Şimdi gelelim sonuca. Farklı ideolojilerinin tıpa tıp aynı olduğunu söylemiyorum. Farklı sembollerin tıpa tıp aynı şeye hizmet ettiğini de söylemiyorum.  Fakat benzer yanlarını gördükçe de farklıymış gibi bize sunulan bu öğretilerin, sloganların, sembollerin ve söylemlerin aslında geçmiş zengin, burjuva ve elitler düzeninin yeniden üretimi olduğuna inanıyorum. Gerçek anlamda bağımsız olmak istiyorsak, siyasete dikkat etmeli ve siyasetçilerden daha fazla siyaseti bilmeliyiz. Apolitizm safsatasıyla köleliğe, sömürüye, emperyalizme ve bence en önemlisi adaletsizliğe toptan karşı çıkmalıyız. İnsan kavramının içindeki bölünmüşlükleri görmezden gelerek değil, farkına vararak.

Bugün türlü adaletsizliklerle karşı karşıya kalan toplumların ortaya çıkardığı bir sembol günümüz adaletsizlerini ört bas etmek için kullanılıyor. Tekçilik anlayışına karşı olarak türetilmiş bir işarett ülkemizde tekçilik adına kullanılıyor. Buna elbette ki sözümüz olacaktı. Kurucu resmi ideoloji de batılı özgürlük hareketinin doğurduğu kavramları kendi tekçiliğiyle yorumlamış ve ülkedeki tüm farklılıkları yok saymıştı. Eğer gelişmek ve iyi yönde dönüşmek istiyorsak her şeyi sorgulamalı ve amacımıza uygun bir anlam dünyası şekillendirmeliyiz kimsenin bu güzelim anlamlara dokunmasına izin vermeden...