ÖZGÜRLÜK MÜ SERBESTLİK Mİ?


Özgürlük ve serbestlik kavramları birbirleriyle yakından ilişkili olan fakat günlük yaşamda sıklıkla birbirinin yerine kullanılan kavramlardır. Ancak kavramsal açıdan baktığımızda iki kavram birbirinden ince bir çizgiyle ayrılır. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’nde geçen tanımlara baktığımızda Özgürlük için iki tanım geçmektedir. Bunlardan birincisi “herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî” ve ikincisi ise “her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyettir.” Yine aynı şekilde serbestlik tanımına baktığımızda ise “Hiçbir şarta bağlı olmayan, istediği gibi davranabilen, erkin” ve “hareketi herhangi bir biçimde engellenmeyen” şeklindedir.  Yukarıda geçen tanımlardan da anlaşılacağı üzere serbestlik ve özgürlük tanımları bireylerin herhangi bir zorlamaya, baskıya bağlı olmadan istedikleri gibi davranabilmelerini anlatır. Fakat iki kavram arasındaki fark irade ve engelleyici bir unsurun varlığıdır. Bu unsur kendisini farklı şekillerde gösterir. Bireyler için vicdan, toplumlar için değerler ve devletler için kanunlardır. Bir kişi ne zaman ben özgürüm diyebilir? Bir kişi ne zaman ben serbestim diyebilir? Mutlak özgürlük var mıdır? Serbestliğin olduğu yerde özgürlükte var mıdır? Bu sorular önemlidir.


Toplumsal yaşamı düzenleyen kanunlar kişilerin özgürlüklerini elinden almakta ve kişileri serbest hale getirmektedir. Bireyler açısından baktığımızda kişilerin her istediklerini yapmalarını özgürlükle tanımlarız. Fakat şu anki toplumsal ve politik yaşamda hiçbir birey istediğini yapmakta özgür değildir. Çünkü bu düzende başkalarına zarar vermediğimiz, başkalarının özgürlüklerini kısıtlamadığımız sürece özgür olduğumuz söylenir ve öğretilir. Günlük yaşamdan örnek verecek olursak bir apartmanda yaşayan kimse çok yüksek sesle müzik dinlemekte serbesttir fakat özgür değildir. Serbesttir çünkü isterse ve sonuçlarına katlandığı sürece bu isteğini gerçekleştirebilir. Özgür değildir çünkü eğer bu istediğini gerçekleştirirse önce komşularının tepkisini çeker ve bunun sonucunda bazı yaptırımlarla karşılaşır. Aslında insanların bir arada yaşadığı hiçbir ortamda mutlak özgürlükten söz etmek doğru değildir. Ayrıca iç mahkeme dediğimiz vicdan da bireylerin her istediklerini yapmalarını engelleyen bir durumdur. Birisiyle kavga ettiğimizde bazen içten içe o kişiyi öldürmek isteriz. Fakat bunu engelleyen iki şey vardır. Bunlar kanuni yaptırımlar ve vicdandır. Diğer yandan toplumsal değerler toplumsal yaşamı düzenler ve nesilden nesile aktarılarak toplumların ve düzenin devamlılığını sağlar. Bu şüphesiz olumlu bir durumdur. Fakat aynı zamanda değerler kişilerin özgürlüklerini ellerinden alır. Bireyler toplumsal yaşam içerisinde istedikleri gibi davranamaz, istedikleri gibi fikir beyan edemezler. Çünkü toplumsal değerlere aykırı olmaktan ve bunun sonucunda da toplum tarafından dışlanmaktan korkarlar. Yani değerler toplumsal yaşamı düzenlemekle birlikte bireylerin özgürlüğünü yok ederler.

Eğitim bağlamında irdelediğimizde eğitim hiçbir zaman kişileri özgür yapmaz. Çünkü Ertürk’ün (1991) de tanımladığı gibi eğitim bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir. Bu tanımdan yola çıkarak eğitimin kasıtlı olması yani belli bir plana ve programa bağlı olarak yürütülmesi ve istendik olması yani sistemin belirlediği hedeflere göre ilerlemesi özgürlük ve serbestlik hususunda açıklık getirmektedir. Devletin ve toplumun istediği doğrultuda insan yetiştirmek okulların görevidir. Okullardan çıkan bireylerin devlete iyi bir vatandaş, toplumsal yaşama kolayca adapte olacak bireyler olmaları yegâne amaçtır. Haliyle öğrenciler kendilerine dayatılanı öğrenmek zorunda, öğretmenlerde devlet tarafından belirlenen programı sınıflarında uygulamak zorundadır.  Böyle bir ortamda programların esneklik durumları göz önüne alındığında öğretmenlerin kısmen serbestliğinden söz edebiliriz fakat değerlendirmeye tabiî olan öğrenciler için ne özgürlükten ne de serbestlikten bahsedebiliriz.

Özgürlük açısından okulların durumuna bakıldığında öğrenciler ve öğretmenler yılın büyük bir bölümü ve günün büyük çoğunluğunu okullarda geçirir. Bilginin sadece okullarda öğrenilebileceği anlayışı özgürlüğe ket vuran en büyük engeldir. J.J.Rousseau’nun bahsettiği gibi okullar günümüzde sisteme köle yetiştiren duvar yığınları olarak işlevini sürdürmektedir. Üretim yapmayan ve sadece tüketen, imkanları sonuna kadar sömüren bir toplum haline gelmemizde okullarında suçu vardır. Tek tip insan yetiştirme anlayışıyla hazırlanan programlar, bu doğrultuda eğitilen öğretmenler, sorgulamayan veliler ve sorgulamayan öğrenciler sonuçta düşünmeyen, eleştirmeyen bir toplum yapısı ortaya çıkaracaktır.

Elbette okullar ve eğitim gereklidir. Fakat daha esnek bir anlayışla birlikte öğrencilerin üstündeki bilgi yoğunluğu azaltılarak belki de belli bir alana yönelmeleri sağlanarak daha nitelikli bireyler yetiştirilebilir. Yeteneklerine göre yönlendirilen bireyler mesleki yaşamlarında istedikleri, sevdikleri işi yapacaklarından daha mutlu bireyler ve daha mutlu bir toplum olacaktır.

Demokratik vatandaş yetiştirme gayesi eğitimin temel amaçlarından birisidir. Fakat burada sorulması gereken en önemli soru gerçekten demokratik bir sistemin varlığının olup olmadığıdır. Zira demokrasi günümüzde yavan bir tanımlamayla çoğunluğun istediğinin olmasıdır. Fakat azınlığın hakları asla düşünülmez. Bu durumda çoğunluğa uymayan grupların özgürlükleri ve belki de serbestliklerinden söz edilemeyebilir. O yüzden okullarda bireylere kazandırılması hedeflenen demokratik vatandaş niteliği gerçekten demokratik olmayan bir devlet düzeninde ne kadar mümkündür tartışılmalıdır.

Peki gerçekten eğitim için mutlak özgürlük olmalı mıdır? Gerçek mânâda özgürlük elbette bir arada yaşayan insan toplulukları için bir ütopya kadar imkansızdır. Bu durumda okullar içinde aynı şekilde geçerlidir. Çocukları tamamen kendi doğalarına bırakmak ve herhangi bir otorite olmadan büyümeleri hem bireysel hem de toplumsal yaşam için uygun değildir. Öz-becerilerinin gelişmesi, psikolojik gelişim göstermeleri, en basit haliyle bilgiye kendi imkanlarıyla ulaşabilmeleri için okuma-yazma öğrenmeleri eğitimle gerçekleşir. Fakat otoritenin yoğunluğu kişilerin serbestlik durumlarını bize gösterir. Otoriter sistem(anne baba otoritesi, öğretmen otoritesi, toplum otoritesi vb.) bireylerin kitle psikolojisi ile eğitmek istiyorsa burada kesinlikle verimli bir eğitimden söz edemeyiz. Bunun için okulların her türlü ideolojik yapıdan bağımsız olması, öğretmenlerin üzerinden bakanlık baskısının azaltılması, daha esnek programlarla öğrenciye bilgi yüklemesi yapmak yerine öğrendiklerini pratikte kullanması sağlanmalıdır.

Sonuç olarak hem bireysel hem toplumsal yaşantıda mutlak özgürlükten kesinlikle söz edilemez.  Kanunlar, ahlaki kurallar, vicdan gibi faktörlerle birlikte insanoğlu özgür olmak yerine sadece serbest olarak kalır. Bize çizilen sınırlar içinde özgür olduğumuzu düşünerek geçiririz hayatlarımızı. Çizginin dışına çıkmak toplumsal yaşamda ölümü göze almak demektir. Fakat unutulmamalıdır ki dünyayı her zaman çizginin dışına çıkanlar değiştirecektir.

                                                                                                                     
                                                                                                                    SEFA BURAK BAYSAL

                                                                                                                         ANKARA,2017

Yorum Gönder

0 Yorumlar