BİR KİŞİYE DÜNYA KADAR YETKİ VERENLERİN ÜLKESİ

Tüm yetkiyi ve gücü bir kişiye canı gönülden verenlerin ülkesinde yaşıyoruz. En basit işleri bile başkasına havale edenlerin, vatandaşlık görevinin yalnızca sandıkta yerine getirileceğine inananların, yani yetkili ama sorumlu olmayanların ülkesi... 

Son "tanrı-krallık" seçimini rekor katılım oranıyla kazanan Erdoğan, 4,5 yıl boyunca tüm gücü ve yetkisiyle ve tabii Allah ömür verirse, cumhurbaşkanlığı koltuğundan kalkmayacak. Ona bu yetkiyi verenler aynı oranda sorumluluk vermediler. Erdoğan ne yaparsa yapsın; yanlış duymadınız! "ne yaparsa" diyorum yargılanmayacak. Yalnızca 400 milletvekilinin oyu ile  "yeniden seçim" yapılabilecek. İşin akılalmaz tarafı da bu. Bu durumda sadece cumhurbaşkanı değil meclis de seçime gidecek. Yani 1 kişi 400 kişiden "üstün"... Aslında bu anlamda 82 milyondan üstün olmuş oluyor. 

Tabi bunu anlatırken halkın yaptığı seçimlerinden dolayı sorumlu olduğunu hatırlatmam gerek. Bu yazının asıl amacı da bu. Yani herkes tercihlerinden, söylediklerinden ve yaptıklarından dolayı sorumlu değil mi? Ancak öyle görülüyor ki Erdoğan ve ona bu yetkiyi verenler böyle düşünmüyor. 

Evde, okulda, camide ve sosyal ortamlarda çocukları incelersek bunun nedenini çok iyi anlarız. Çocuk bir "yanlış" yapar ve hemen üstünü örmeye başlar. Onurlu bir biçimde gerçeği söylemesi gerekirken çocuk, varsa suçu kabullenmez yani sorumluluktan ve yargılamalardan doğan cezalardan kaçar. Halbuki insan sorumlu olduğu için insandır. Yoksa hayvandan ne farkımız kalır. 

Bu rezil kepaze durumun nedeni elbette çocuklara rol-model olanların yaşantılarıdır. Çocukların derin bir irade hissiyle doğduklarına inanan biri olarak bunu insanın doğasına bir çeşit müdahale olarak görüyorum. Sizi bilmem ama bence bu çok büyük bir suç!

Küçük aile yaşantısında sorumsuzluğu öğrenen insan zaman içerisinde işlediği cürümlerin cezasız kaldığını farkettiğinde daha da azacaktır. İşçinin patrondan, öğrencinin öğretmenden, evli olanın eşinden gizlediği gibi yanlışlar ve cürümler gizlendikçe yaygınlaşacaktır. Bu iğrenç suç partisinin sona ermesi insanların dürüst olarak yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeleriyle olur.


Devlete kapağı atanlar ise hiyerarşinin hastalığına kapılırlar. Halka karşı asla ama asla sorumlu hissetmeyen bu kitleler yalnızca yüksek bir menfaatin yolunu ararlar. Dolayısıyla halkın sorunları asla çözülemez. Çünkü halkın menfaatleri ile devlet bürokrasisinin menfaatleri çatışır. 

Halbuki devlet haksız yere zenginleşen ile yoksullaşmış olanın yaşam standardını dengelemekle görevlidir. Hatta devlete bir varlık anlamı veren yegane şey budur. Yoksa devlete ne gerek vardır?

Devlet bunun tam tersi olarak zenginlerin daha fazla zenginleşmesi için çabalarken, yoksulun daha da yoksullaşmasının önünü açmaktadır. Verilen sosyal yardımlar "firavunun lütfu" gibi verilirken yoksullar yine elindeki bir avuç bulguru kaybetmemek için onu tercih etmektedir. 

Yönetimi "yıkılmaz bir mülk sahibi" olarak gören yoksul kitleler ellerindekini kaybetmemek adına sustukça bu rezil duruma alışır ve önceleri yıkmak istediğinin bir anda destekçisi oluverir. Onu kaderci bir anlayışla kabullenir ve yıkılmaz bir tanrı olarak görür.

Değişmemeye olan inanç yüzünden toplum nispeten yüksek gelirli memurluğu tercih eder ve bunun için tüm yolları gayriahlaki de olsa dener. Torpilin gırla gezdiği bu döngüde yandaşlık ve adam kayırmacılık almış başını gitmiş olur.

Zincirleme olarak başından sonu rezilliklerle dolu olan ülkemizde değişim esas gerekliliktir. Değişmeyen, ayak uydurmayan kokuşmuşluğa mahkumdur.

Değişimi sandıktan çıkan sonuçlara indirgemek doğru olmaz. Tüm yaşam tarzının ve sorun çözme kapasitesinin gözden geçirilmesi gerekir. Bu illa batıya veya doğuya benzemekle değil, akıl ve mantık kuralları çerçevesinde arı duru bir öğrenme isteğiyle olabilir. Şimdi görüyoruz ki kimse ama kimse öğrenmek istemiyor.

Bilmemek değil öğrenmemek ayıp!

Değişim korkutucudur ve huzursuzluk verir; bunu kabul ediyorum.
Başka bir yerde uyuyamadığımızda  yerimizi yadırgadığımız o uzun ve uykusuz geceleri çok iyi hatırlıyorum. Ama bir kaç gün içinde zihnimiz de hazırsa yerimize alışmamız işten bile değildir; bunu da çok iyi biliyorum.

Yorum Gönder

0 Yorumlar