10-12 SAAT ÇALIŞAN BİRİSİNDEN KİTAP OKUMASINI BEKLEYEMEZSİN!

Türkiye'deki çalışma saatleri tam anlamıyla bir kölelik sisteminin ürünü. İş kanununa göre bir kişi normal çalışma saati olarak günde 9, fazla mesai ile en fazla günde toplam 12 saat çalıştırılabiliyor. Yasa bu hakkı veriyor diye patronlar çalışanlarına yine açlık sınırında olan asgari ücreti vererek 12 saatten az asla ama asla çalıştırmıyor. Kayıt dışı çalışmalar da cabası.

Türkiye'de ortalama  çalışma süresi 10-12 saat. (evet yanlış duymadınız!) Yani neredeyse kanunun koyduğu üst sınır! Haftada 60 saate tekabül eden bu durumla Türkiye Dünya'da birinci sırada. Türkiye'de çalışanların %44'ü ise asgari ücret alıyor. Yani kanunun koyduğu en alt sınır! 12 milyon kişinin ise maaşı 3 bin TL'nin altında. Haber için tıklayınız.

Çalışan ve çalıştığı için yorulan insanın günde en az 7-8 saat uyuması ve geri kalan sürelerde kişisel temizliğinin yanında çeşitli temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini düşünürsek, tam anlamıyla eğlenmesine, yatıp uzanmasına, kitap okumasına, film izlemesine, tiyatroya gitmesine, arkadaşlarıyla kahve içmesine, piknik yapmasına yani kısacası tüm hayatına yaşayabileceği 1 veya 2 saat kaldığını üzülerek söylemek zorundayım.

Bu kısacık süre zarfında kişi uyuklamanın ve yorgunluğun verdiği hantallığı üzerinden atabilirse ne mutlu ona. Yok gözlerden o yorgunluk gitmiyorsa o halde vah ki ne vah. 

Kitap okumanın insanı geliştirdiğini, farklı fikirlere açık hale getirdiğini hepimiz söyleriz. 

Peki ülkemizde kitap okuma oranı nedir? 

2017'de yapılan bir çalışmaya göre, ülkemizde her gün düzenli kitap okuyan sayısı %0,01(binde bir) Bu da bizi dünya çapında 86. sıralara düşürüyor. Çalışma için tıklayınız.  Sunay Akın'ın bir kaç yıl önce söylediği "Fransa'da bir kişi yılda 6 kitap okurken, ülkemizde 6 kişi yılda bir kitap okuyor" sözünü hatırlatmak isterim. 

Kısa bir bilgi de vermek gerek. Yerel seçimlere az bir süre kalmışken televizyonlarda bir video reklam yayınlandı. Erdoğan'ın duygusal dış sesiyle siyah beyaz olarak hazırlanmış videoda Erdoğan'ın küçüklüğünü canlandıran bir çocuk okuldan gelince dinlenmeden, uzanmadan "anne, fırına gidiyorum" diyerek simit satın alıyor. Ardından bu simitleri satarak 8 ciltlik kitap aldığını ve bu kitapların hala kütüphanesinin baş köşesinde bulunduğunu anlatıyor Erdoğan. Reklam için tıklayınız.

Bu elbette güzel bir reklamdı. Kitap için emek harcamak çok değerli ve erdemli bir davranış. Fakat reklamdaki 8 ciltlik kitabın adını sanını duyanınız var mı? 


Reklamdan alıntıladığım şu fotoğraf incelenirse o 8 ciltlik kitabın adının : Hukuku İslamiyye Kamusu (İslam Hukuku Sözlüğü) olduğu anlaşılacaktır. Muhtemelen Erdoğan İmam-Hatip yıllarının bir ders kitabını almıştı. Ama bunu dillendirmiyor Erdoğan reklamda.


Bence Erdoğan o kitapları baştan aşağı okumamıştır. Hatta o kitapları yazarları veya yazarların yakın çevresi bile okumazlar. Dini sözlük, tefsir ve hadis kitaplarının evde bulunması satın alan açısından yeterlidir. Tılsım gibi bir etkisi vardır. Reklamda gördüğümüz gibi bunlar kütüphanede tozun içinde yıllarca kalır veya sahafa satılır yer açılsın diye. O tip kitapların akıbeti ne yazık ki budur.

Bununla beraber matbaa yaygınlaştığından beri milyarlarca adet basılan fakat hiç mi hiç okunmayan bir kitaptan bahsetmem lazım. O kitap ki Müslümanların kutsal kitabı. O kitap ki yatak odalarında duvarlara asılır, ya da içine para saklamak için kitaplığa, çekmecelere konur. O anlamadan okunan kitap Kuran'ı Kerim'dir.

Uzun lafın kısası ülkemizde kitap okuma oranları çok rezil vaziyette. Aynı şekilde film, tiyatro, oyun ve çeşitli sosyal aktivitelere katılım oranı da çok düşük. Bu ikinci anlattığım sorunun başka nedenleri de var. Fakat şimdi kitaba yoğunlaşalım.

Kitaplar, özellikle bilimsel ve edebi kitaplar, kişiyi düşünsel dünyalardan farklı dünyalara taşır. Bu zihinsel hareket ile birlikte empati kültürümüz gelişir ve digerkam olma özelliği kazanırız. Kimin kitabını okursak okuyalım bu böyledir. Yazarın kitabı onun zihnine bir yolculuk değil midir?

Ülkedeki kitap okuma oranını artırmanın artık bir yolunu bulmalıyız. Şu anda uygulanan yolların işe yaramadığını artık görmüyor muyuz? Uygulanan bu yetersiz çözüm yolları şimdi anlatacağım "çalışma saatlerinin kısaltılması" yolundan daha önemli olamayacaktır. Çünkü "çocuklara kitap okumayı sevdirme hareketleri" ve" kitap hediyeleri" gibi yetersiz çözümler, evlerde boş boş duran, toz içinde kalmış kütüphaneler var etmiştir. 

Ülkemizde kesinlikle kitap sahibi olma sorunu yoktur. Hatta kitap satın alma oranının okuma oranından çok daha yükseklerde olduğumuzu biliyorum. Bu satın almanın önemli bir bölümünü sınavlara hazırlık ve kurs kitaplarının teşkil ettiğini düşünüyorum. Kitap fuarlarının dolup taştığını da gözlerimle gördüm.

İşte asıl soruna geliyoruz: Zaman... 

Kapitalist tüketim ve üretim ilişkileri "vakit nakittir" anlayışıyla insanların en değerlisi, kıymetlisi olan zamanını çalmak suretiyle paraya para dememektedirler. Yukarıda anlattığım nedenlerle insanca yaşamanın gereği olan aktiviteleri bile bize çok görmektedirler. 

İnsanı sosyal yaşamda saatli bomba gibi yapan da işte tam olarak budur. Stres atmanın, rahatlamanın, türlü türlü yolları var dünyada, fakat ülkemin gariban çalışanları, ev kadınları bu yollardan bihaber. 

Bu yüzden çalışma saatlerinin azaltılmasını istiyorum. Halihazırdaki çalışma saatleriyle ve verilen ücretlerle atlar, eşekler, develer, öküzler bile çalışamaz. Düşünün artık insan evladına reva gördükleri zamanı ve ücreti.

Çalışma süreleri yasal olarak azaltıldıkça yeni iş alanları oluşmaya başlayacak. İşverenler yeni işçi almak zorunda kaldıkça istihdam oraları yükselecek. İnsanlar daha sakin ve rahat, toplum da aynı şekilde empati kültürünün geliştiği ve biz paradigmasının oluştuğu bir huzur ortamına girecektir. 

Evet bunu yalnızca bu ilkel kölelik kurumundan kalma çalışma saatlerini azaltmak suretiyle başarabiliriz...

Yorum Gönder

0 Yorumlar