ETÖ'DEN FETÖ'YE: BİR TÜRKİYE KLASİĞİ

Yıllar önce Samanyolu TV'deki haberleri izliyordum. Lisedeydim. "Ergenekon" adı altında darbe planı yapan "ulusalcıların" teker teker yakalandığı haberi veriliyordu. Bazı generallerin tapeleri ele geçirilmiş, canlandırma yöntemiyle yayınlanıyordu. "Paşam bu hükumetle olmayacak" gibi sözler söyleniyordu. Hatta biz de arkadaşlarla, aile ortamında bu haberlerle ilgili tartışmalar yapıyorduk. Lise çağındaki birinin gündem hakkında görüşünün olması pek de sık rastlanan bir şey değil elbette. 
Şunu söyleyeyim; okulu arada asarsanız sizin de söyleyeceğiniz bir şeyler olabilir...

Bazen muhabbet sırasında "Feto gine yaptı yapacağını" gibi sözlerle bu Ergenekon-Balyoz soruşturmalarına yaklaşıyorduk. Lise çağındaki bir birey olarak şaşılacak bir şekilde bu davaları ve soruşturmaları destekliyordum. Sivil iradenin, cunta iktidarına göre daha hayırlı olacağından hep emindim. Televizyonda birilerinin darbe yapmaya çalıştığından söz ediliyordu. Ben de seçilmiş olanın tarafını tutuyordum.

Ben hiç polis ya da asker olmak istememiştim. Emir altına yatamazdım. Bana uygun gelmiyordu. Fakat arkadaşlarımdan polis ve asker olanlar, olmak isteyenler vardı. Sadece o mu? Cümle arkadaşlarımdan memur olmak isteyenler gırla gidiyordu. Ne de olsa memuriyet hayat boyu bir maaş garantisiydi, rahattı. Bunlarla ne zaman konuşsan "cemaatten birini bulduk" gibi sözler söyleniyordu. Artık alışılmış bir durumdu bu. Cemaatin eli eğitimden yargıya, ordudan bürokrasiye kadar uzanıyordu ve herkes cemaatten birini arar hale gelmişti. Gülen'in müridi olmayanlar bile söz konusu cemaatten "güçlü" birilerini aramaktan başka bir iş yapmıyordu. O zamanki aklımla bunun yanlış olduğunu düşünüyordum ancak tam olarak bu kayırmacı, torpilci anlayışın nasıl sona erdirileceği sorununu zihnimde çözemiyordum.


Fetullah Gülen, memurluk konusu açıldığında her zaman zikredilen bir "basamak" olmuştu. Özellikle, bu konu konuşulurken "bırakın şu Feto'yu" diye gayriciddi bir şekilde tepki koyardım. Benim bu sözümü dinleyenler hep bir ağızdan "Peygambere küfretmişim" gibi bakarlar ve "Hoca o, öyle deme" diyerek "Fetullah" dememi, hatta o bile yetmez "hocaefendi" demenin daha iyi olacağını öğütlerlerdi. Evet söz konusu cemaatin üyesi olmasalar bile bu şekilde dalga geçmemi engellemeye çalışırlardı. Ben de tabii susardım. Tabii ki samimi arkadaş ortamında "Feto ileri, Feto aşağı" konuşurduk yıllar sonra bu "çocuksu" tanımlamanın her yerde kullanılacağını bilmeden.

Bu dönemlerde ilk bölümde anlattıklarım oluyordu. Cemaatin yayın organları her Allah'ın günü "Ergenekon da Ergenekon" diyerek ordu içerisindeki potansiyel "darbeci ulusalcıları" tasfiyeye hükumet ile birlikte son sürat devam ediyordu. Hatta mahkeme kayıtlarına ilk defa geçen "Ergenekon Terör Örgütü" tanımlamasını da cemaat medyasından işitiyordum. Mahkeme kayıtlarına geçmesine rağmen diğer medya organları temkinli yaklaşıyor, cemaat medyası tereddütsüz "ETÖ" de ısrar ediyordu.

Kısa süre sonra rüzgar tersine esmeye başlıyordu. Türkiye'de 8-10 yılda bir rüzgarlar tersine döner. Bu belkide ülkemizin kara talihidir. Güçsüz güçlenince yine güçsüzü ezmeye başlar. Bu ülkemizde bir döngü halinde dönem dönem gün yüzüne çıkar. Ortalığı kanlar götürür. Zindanlar dolup taşar.

Dershaneleri kapatma hamlesi İktidar ile Cemaatin arasını açıyor ve tehditler gırla gidiyordu. Hatta o süreçte hükümet yandaşları stand-by'a alınmış gibi bekliyordu olur da tekrar barışırlarsa arada kaynamamak için. Hatta uzun süre "Cemaat" ile Erdoğan'ı barıştırmak için onlarca kişi "okyanus ötesine" gitti geldi, ama kar etmedi.

Erdoğan, üzerine yönelik "Kemalist baskıyı" uzun yıllar "Cemaatle" birlikte absorbe edebilmişti. "Ergenekoncuların" hapislerde çürüdüğü dönemde her gün "Cemaat lehine" açıklamalar yapıyor, Türkçe Olimpiyatlarına tam kadro katılıyordu Erdoğan. İnternetin unutmama gibi bir huyu vardır. Dileyen inceleyebilir.

Sonra 17-25 Aralık oldu. Bakanların oğulları üzerinden İran ve diğer Ortadoğu ülkeleriyle (Reza Zarrap/Rıza Sarraf üzerinden) yapılan ticaretin ifşaatları yapılıyordu. Milyonlarca eurolardan bahsediliyordu. Fakat İfşaatcıların umduğu gibi olmadı ve Erdoğan muazzam dönüşme yeteneğiyle yine kazandı.

"Feto" deme o saygın bir hoca" diye beni engellemeye çalışanlar, onun müridi olmasalar bile ona büyük saygı duyanlar ve onun adını her gün zikretmeyi ihmal etmeyenler bir anda Fetullah Gülen'i düşman ilan etmişlerdi. İktidarın önemli şahsiyetlerinin telefon görüşmeleri yayınlanmış, Fetullah Gülen ve cemaati devletçe de, hükümetçe de düşman ilan edilmişti. Bu kadar süre(yaklaşık 10 yıl) kardeş olanlar bir anda birbirlerini şeytanlaştırıyorlardı. Hükumet tasfiyelere başlamış, Balyoz ve Ergenekoncular (kurunun yanında yaş yanarsa çok duman çıkarır) büyük oranda serbest bırakılmıştı. Artık tek düşman "Paralel Yapı" yani Gülen Cemaati idi.


15 Temmuz'a Doğru "Ergenekoncular" bir bir cezaevinden çıkıyordu fakat beraat konusunda mahkemeler temkinliydi.

Cemaat'e düşman bir biçimde seçimlerden yine ve yeniden zaferle çıkması Erdoğan'ı iyice rahatlattı. Daha önce bu cemaatin gücünün dağlar kadar olduğunu inancı hakimdi ülkede. Seçimlerden sonra Cemaat'in gücünün abartıldığı ortaya çıktı; özellikle de insan kaynağı gücünün.

Gülen'in saygınlığı böylelikle yerle bir oldu. Devlet sistemine sızma amacıyla açılan okullar teker teker kapatılıyordu. İşte beklenen tanımlamalar yapılmaya başlandı.
"Fetullahçı Terör Örgütü"... FETÖ...

Bu tanımlamayla beraber bürokrasi ve ordu içerisindeki cemaatçiler 15 Temmuz'da  darbeye giriştiler ve kaybettiler. Başarısız olan darbe neticesinde Erdoğan son sürat başkanlık sistemi çalışmalarını başlattı ve Atatürk'den sonra en güçlü lider o oldu. Darbe girişimi başarısız olmasaydı, tankların önüne cesurca yatan insanlar hain ilan edilecekti. Ancak beklendiği gibi olmadı ve askerin önüne etten duvar örenler, Erdoğan için canını verenler kahraman oldular.

Bu darbe girişiminden öğrendiğim en önemli şey şudur:

Sisteme emeğinizle değil de bedavadan, torpille ve kayırmayla kanalize edildiyseniz, hayatınız boyunca size unvan veren, iş sahibi yapan şahsa borçlu hissedersiniz. Gerekirse milleti bombalarsınız. Çünkü sizin "hayatınızı kurtaran" kişi, size iş veren, güç veren, saygınlık veren o şahsiyet, sizden 30 yıl sonra bir fedakarlık istemiştir. Bu fedakarlık sizin için artık "Allah emri" olmuştur.

1 Aralık 2018'de yani neredeyse bu davaların açılmasından 10 yıl sonra, savcılık esas hakkındaki mütalaasını açıkladı ve beklenen açıklama basına düştü.


Ergenekon örgütünün varlığı ispat edilememiştir. Bu nedenle varlığı kanıtlanamayan örgütün liderliği, üyeliği ve örgüt adına suç işlenmesinin de söz konusu edilemeyeceği anlaşılmıştır.”



 “Uzun yıllar kamuoyunu meşgul eden bu davada, sahte deliller kullanılmış, suç işlemediği kesin şekilde bilinen kişilere iftira edilmiştir.”

Yıllarca Erdoğan'ın ve yandaşlarının desteklediği bu dava ürecinde kaç kişi öldü, kaç kişi bir yakınını kaybetti. Kaç kişi rezil rüsva bir yaşama itildi haberiniz var mı? Yıllarca siyasi iradeyi devirecek diye, içeri atılanların hepsi ama hepsi bugün beraat ettiler. Şimdiyse, FETÖ ile "iltisaklı" denerek onbinler cezaevine atılıyor. Zamanında FETÖ'yü suçlayan ve devletin farkındalığı için uğraşanlar bile cezaevine giriyor.



Varılan Kanı,

Dün toplumumuzun çoğunluğu Fetullah Gülen'e saygı duyuyordu. Kendi hesabına çalışmasına müsaade edilmeyen, kazançları yetmeyen yığınlar işçi yada memur olmak istiyorlardı. İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde memurluğa ve yüksek maaşlı işçiliğe giden en geniş kapı Gülen'in kapısıydı. Zamanla fakir kitleler, kendilerine "hayat bahşeden" Gülen'e içten içe tapmıyor değillerdi. 

Yukarıda anlattığım torpil furyası öyle apaçıktı ki, bu örgütün güçlenmesinin erkenden önlenememesi beni inanılmaz derecede şaşırtıyor. Nasıl yani? 15 Yaşındaki çocuklar bunu biliyordu da siz nasıl oldu da bu tehlikeyi, rezaleti göremediniz? gibi bir soru her Allah'ın günü kafamı kurcalıyor.

Aslında cevabı da açık ve net...

Cevabı bugün Erdoğancı ve Ülkücü kimlikleriyle bilinenlerin basamakları Feto'cular gibi birer ikişer çıkmasında aramak gerekir. Yandaş şirketlerle, devlet kurumlarının zenginliğiyle, vergi indirimleriyle ve ağız sulandırıcı ihalelerle bu iki grup el ele vermiş ülkenin kaynakları hakkında sonsuz tasarruf yetkilerini kullanıyorlar. 

Devlet mülktür, zenginliktir. Olması gereken zenginliğin tabana yayılmasıdır. Ancak gelen her iktidar statikocu bir tavır takınarak oy aldığı vatandaşları hiç umursamıyor. 

Bu sırada ülkemizde yer bulamayan Feto dışarıda mağdur kimliğini iyi kullanıyor.

Feto'nun dünyada 1 trilyon dolarlık mal ve mülke hükmettiği düşünülüyor...

Evet ülkemizin asıl sorunu bu. Ezilen güçlendiğinde ezmeye başlıyor ve bu döngü devlet kurulduğundan beri devam ediyor. Liyakate önem vermeyen ve bunca işsizlik içerisinde torpile ve kayırmaya tevessül edenlere yakın zamanda ne olduğunu hepimiz gördük. Yakın tarihten ibret almak dileğiyle. Unutmamak ve tekrar aynı yanlışı yapmamak dileğiyle...


"EZEN EZİLEN DÖNGÜSÜNÜ EZME SIRASI GELDİĞİNDE EZMEYEN KIRACAKTIR"